Şimdi, bu cümlelerin aralarındaki irtibat ve münasebetlerden bahsedeceğiz. Evet, Kur’ân-ı Kerim, evvelce gaibane yaptığı hikâyeden sonra, burada hitaba başladı. Bu da, belâgatçe malûm bir nükte içindir. Şöyle ki: İnsan, bir adamın fenalığından, ayıplarından bahsederken, hiddeti, gazabı o kadar galebe eder ki, hayalen, hayalî bir ihzar ile hitap suretiyle kendisine tevcih-i kelâm etmeye başlar. Veya iyiliklerinden bahsederken şevki ve aşkı galeyana gelir; hemen hayalinin karşısına getirir, kendisine hitap ile konuşmaya başlar. Bu “iltifat” ile tesmiye edilen bir kaidedir. Bu kaidenin, lisan-ı Arapta büyük bir mevkii vardır. İşte Kur’ân-ı Kerim, bu kaideyi takiben 1 كَيْفَ تَكْفُرُونَ diyerek, siga-i hitap ile onlara tevcih-i kelâm etmiştir.

Sonra, vakta ki bu makamda takip edilen maksat, iman, ibadet etmek ve küfran-ı nimet etmemek, küfrü reddetmek gibi geçen usul ve esasları ispat için lâzım olan delilleri zikretmektir ve delillerin en vâzıhı, ahvâl-i beşer silsilesinden istifade edilen delillerdir ve nimetlerin en büyüğü, o silsilenin ukde ve düğümlerindendir. Kur’ân-ı Kerim,

2 وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْياَكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ olan âyet-i kerime ile, beş düğümlü, mürettep o silsile-i acibeye işaret etmiştir. Biz de o beş düğümü, beş mes’elede hal ve beyan edeceğiz.

Birinci mes’ele: 3 كُنْتُمْ اَمْوَاتًا cümlesi ukdeyi, yani birinci düğümü açıyor. Şöyle ki: İnsanın cesedini teşkil eden zerreler, âlemin zerratı içinde camid, dağınık bir şekilde iken, bakarsın ki, mahsus bir kanunla, muayyen bir nizamla intizam altına alınarak âlem-i anâsıra gönderilir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Nasıl inkar edersiniz.?
2 : “Ki; sizin hayatınız yoktu, O size hayatı verdi. Sonra sizi öldürecektir, sonra yine hayat verecektir, sonra ona rücu edip döneceksiniz.” Bakara Sûresi, 2:28.
3 : Siz ölü idiniz.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: 26-27. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 29. âyetin tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahvâl-i beşer : insanların halleri, durumları
âlem : dünya; evren, kâinat
âyet-i kerime : şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi
belâgat : sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
beyan etme : anlatma, açıklama
câmid : cansız, katı
fenalık : kötülük
gaibâne : yüzyüze olmadan, görmeyerek
galebe : üstün gelme
gazab : öfke, hiddet
hitab : konuşma
ihzar : getirmek; o anda olmayan bir şeyi zihnen huzura getirme, görünür kılma
iltifat : blğ. bir sözde dinleyicinin zihnini canlı tutma, gönlünü okşama veya onu ikaz etme gibi inceliklere binaen ifade üslubunda yapılan geçiş san’atı; üçüncü şahıs (gaip) kipinden, hazır bulunan ikinci şahıs (muhatap) kipiyle bahsetme gibi
intizam : düzenlilik
irtibat : bağ, ilişki
kaide : düstur, prensip
küfran-ı nimet : nimete karşı nankörlük, nimete saygısızlık
lisan-ı Arap : Arap dili
mahsus : has, özel
malûm : bilinen, belli
mevki : yer, makam, derece
muayyen : tayin edilmiş, belirli
münasebet : alâka, bağlantı
mürettep : sıralı, dizili, düzenli
nizam : düzen, kanun, sistem
nükte : ince ve derin mânâ
siga-i hitap : karşılıklı konuşma kipi
silsile : zincir, sıra, dizi
silsile-i acîbe : hayret verici haller ve durumlar zinciri, dizisi
şevk : çok istek ve arzu, coşku
tesmiye : isimlendirme
tevcih-i kelâm : sözü birine yöneltme, söz söyleme, konuşma
ukde : düğüm
usul : temel prensipler
vakta ki : ne zaman ki
vâzıh : açık, âşikar
zerrat : zerreler, atomlar, maddenin en küçük parçaları
zerre : atom, hücre
zikretmek : belirtmek, anmak
Yükleniyor...