Ve bu sayede, bütün kâinatla bir ünsiyet, bir emniyet peyda olur ve her şeyle kesb-i muarefe eder. Ve insanın kalbinde öyle bir kuvve-i mâneviye husule gelir ki, insan, o kuvvetle her musibete, her hadiseye karşı mukavemet edebilir. Ve öyle bir vüs’at ve genişlik verir ki, insan o vüs’atle geçmiş ve gelecek zamanları yutabilir. Ve keza, iman, Şems-i Ezelîden ihsan edilmiş bir nur olduğu gibi, saadet-i ebediyeden de bir parıltıdır. Ve o parıltıyla, vicdanında bulunan bütün emel ve istidatlarının tohumları bir şecere-i tûbâ gibi neşvünemaya başlar, ebed memleketine doğru hareket eder, gider.

1 (وَيُقِيمُونَ الصَّلٰوةَ) Bu cümlenin evvelki cümleyle bağlılığı ve münasebeti gün gibi âşikârdır. Lâkin bedenî ibadet ve taatlerden namazın tahsisi, namazın bütün hasenata fihrist ve örnek olduğuna işarettir. Evet, nasıl ki Fâtiha Kur’ân’a, insan kâinata fihristedir; namaz da hasenata fihristedir. Çünkü namaz; savm, hac, zekât ve sair hakikatleri hâvi olduğu gibi, idrakli ve idraksiz mahlûkatın ihtiyarî ve fıtrî ibadetlerinin nümunelerine de şâmildir. Meselâ secdede, rükûda, kıyamda olan melâikenin ibadetlerini, hem taş, ağaç ve hayvanların o ibadetlere benzeyen durumlarını andıran bir ibadettir.

S – 2 يُقِيمُونَ’nin fiil sîgasıyla zikrinde ne hikmet vardır?

C - Ruha hayat veren namazın o geniş hareketini ve âlem-i İslâma yayılmış olan o intibah-ı ruhanîyi muhataba ihtar edip göstermektir. Ve o güzel vaziyeti ve o muntazam haleti hayale götürüp tasvir etmekle sâmi’lerin namaza meylini ikaz edip artırmaktır. Evet, dağınık bir vaziyette bulunan efradı büyük bir sevinçle içtimaa sevk ettiren malûm âletin sesi gibi, âlem sahrasında dağılmış insanları cemaate dâvet eden ezan-ı Muhammedînin (a.s.m.) o tatlı sesiyle, ibadete ve cemaate bir meyil, bir şevk husule gelir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Namazı dos doğru kılarlar.” Bakara Sûresi, 2:3.
2 : “Namazlarını kılarlar.” Bakara Sûresi, 2:3.
Önceki Risale: 2. âyetin Tefsiri / Sonraki Risale: 4. âyetin Tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlem-i İslâm : İslâm âlemi, İslâm dünyası
bedenî ibadet : bedene ait, bedenle yapılan ibadet—namaz gibi
ebed : sonu olmayan, sonsuz
Fâtiha : Kur’ân’ın ilk sûresi olan Fâtiha Sûresi
fihrist/fihriste : öz, özet, çekirdek
fitrî : yaratılıştan gelen
hadise : olay
adâlet-i İlâhîye : Allah’ın adaleti
âlem : dünya
azamet-i İlâhiye : Allah’ın azameti, büyüklüğü
bilâhare : daha sonra
celb etmek : çekmek
celb ve cezb etmek : kendine çekmek
cemaat : namazı beraber kılan topluluk
efrad : fertler, bireyler
erkân : temel esaslar, şartlar; namazdaki secde gibi
esrar : sırlar
ezan-ı Muhammedî (a.s.m.) : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) tebliğ ettiği din olan islâmiyette, insanları ibadet yapmaya çağıran davet
Fütuhat-ı Mekkiye :
Hâlık-ı Zülcelâl : sonsuz büyüklük, haşmet sahibi olan ve her şeyi yaratan Allah
hâsir : zarara uğrayan, zarar eden
hâvi : kapsama, içine alma
hikmet : sebep, sır, gaye
husule gelmek : meydana gelmek
icabet : kabul etmek
içtima : toplanmak
içtimaî hayat : sosyal hayat
idame : devam ettirme
ikame : yerine getirme, namazı dosdoğru kılma
imtisal ettirmek : boyun eğdirmek
iştiyak : aşırı arzu ve istek
itaat : emre uyma, boyun eğme; Allah’ın emirlerine uyma, yasaklarından sakınma
itnab : sözü uzatma; yeni bir fayda için, maksadı alışılmamış şekilde uzun bir söz ile ifade etme
kanun-u İlahî : Allah’ın koyduğu kanun
kemâl-i şevk : tam bir istek ve arzu
malûm : bilinen
mazhar olma : erişme, nail olma
mi’raçvâri : âdeta Peygamberimizin (a.s.m.) miraçta Allah’ın huzuruna yükselişi gibi
muhabbet : sevgi
muhafaza : koruma
müdavemet : devam etme, aralıksız yapma
münâcât : yakarış, dua
müraat etme : riayet etme, uygun hareket etme, gözetme
nezih : kirden arınmış
nizam-ı Rabbânîye : bütün âlemleri idare ve terbiye eden Allah’ın kanunu, nizamı
ruh : canlı, şuurlu, çevresini görüp gösteren nurlu varlık
sahra : çöl
sevk ettirmek : yönlendirmek
şe’n : özellik
şerh : geniş açıklama, izah etme
tâdil-i erkân : namazı şartlarına uygun şekilde kılma ve rüku ve secde gibi temel esasların arasında biraz bekleme
tayin : belirleme
tespit : sağlam şekilde yerleştirme
tevcih ettirmek : yöneltmek
ulvî : yüksek, yüce
vicdan : kalbe ait hislerin mazharı, aynası
yegâne : tek, eşsiz, benzersiz
zarfında : süresi içinde
hakikat : esas, asıl
halet : hâl, durum
hasenat : iyilikler, sevaplar
hâvi : içeren, içine alan
hikmet : sır, gaye
husule gelmek : oluşmak, meydana gelmek
idrak : kavrayış, anlayış
ihsan : bağış, lütuf
ihtar etmek : uyarmak, ikaz etmek
ihtiyarî : isteğe ait, iradeye bağlı, kendi isteğiyle tercih etme
ikaz etmek : uyarmak
intibah-ı ruhanî : ruhî uyanış, gafletten sıyrılma
istidat : kabiliyet ve yetenek
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kesb-i muarefe etmek : tanışmak, tanışıklık kazanmak
keza : böylece, bunun gibi
kıyam : namazda ayakta durmak
kuvve-i mâneviye : mânevi güç, kuvvet
lâkin : ama, fakat
mahlûkat : yaratılmışlar, varlıklar
melâike : melekler
muhatab : seslenilen, kendisiyle konuşulan
mukavemet : dayanıklılık, direnç
muntazam : düzenli, intizamlı
musibet : belâ, felaket
neşvünema : büyüyüp gelişme
nümune : örnek
peyda olmak : meydana gelmek, belirmek
ruh : canlı, şuurlu, çevresini görüp gösteren hayat kaynağı
rükû : namazda beli bükerek eğilmek
saadet-i ebediye : sonu olmayan, sonsuz mutluluk
sair : diğer
sâmi’ : işiten, duyan
savm : oruç
secde : namazda alın üzeri yere kapanmak
sîga : gr. kip, kalıp
şâmil : kapsayan, içine alan
şecere-i tûbâ : Cennetteki tûba ağacı
Şems-i Ezelî : Ezelî güneş; ezelden beri var olan, zamanla kayıtlı olmayan ve bütün tecellilerin kaynağı olan Allah
taat : itaat, Allah’ın emirlerine uyma
tahsis : hâs kılma, ayırma, özelleştirme; özel olarak seçilme
tasvir etmek : canlandırarak anlatmak, şekillendirerek bildirmek
ünsiyet : alışkanlık, dostluk
vicdan : kalbe ait hislerin mazharı ve aynası
vüs’at : genişlik
Yükleniyor...