1 ﴾وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ﴿ Beşerin ca’lindeki hikmeti soran melâikeye, sanki şöyle bir itiraz vârit olmuştur: “Beşerin Allah’a yapacağı ibadet ve takdis, onun ca’line sebeb-i kâfi gelmez mi ki, ca’linin hikmetini soruyorsunuz?”

İşte vav-ı hâliye ile zikredilen 2 وَنَحْنُ نُسَبِّحُ cümlesi, güya o itirazı ref etmeye işarettir. 3 نَحْنُ Maâsîden mâsum melâikenin cemaatlerinden kinâyedir. Cümlenin cümle-i ismiye şeklinde zikredilmesi, tesbihin melâikeye bir seciye olduğuna ve melâikenin tesbihata mülâzım ve müdavim olduklarına işarettir.

نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ “Bizler, bütün ibadetlerin Sana mahsus olduğunu kâinata ilân ve Cenâb-ı Ulûhiyetine lâyık olmayan şeylerden münezzeh olduğuna iman ve bütün evsaf-ı azamet ve celâl ile muttasıf olduğuna itikad ediyoruz.” 4 وَنُقَدِّسُ لَكَ Bu ل, ya sıladır, bir mânâyı ifade etmez veya ta’lil ve sebebiyet içindir.

Birinci ihtimale göre نُقَدِّسُكَ takdirinde olur. Yani, “Seni takdis ve tathir ediyoruz” demektir. İkinci ihtimale nazaran, نُقَدِّسُ ِلاَجْلِكَ takdirinde olur. Yani, “Biz, nefislerimizi, fiillerimizi günahlardan temizlemekle beraber, kalblerimizi mâsivândan çeviriyoruz” demektir. Bu وَ ise, iki rezileyi cem’ ve birbirine atfeden 5 يُفْسِدُ’deki وَ’ın aksine ve inadına olarak, biri takdis, diğeri tesbih, iki fazileti cem’ ve birbirine atfediyor.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Bizler hamdinle beraber sana tesbih ve seni takdis etmekteyiz.” Bakara Sûresi, 2:30.
2 : Biz tesbih ediyoruz.
3 : Biz.
4 : Her türlü eksiklik ve çirkinlikten uzak tutarak takdis ediyoruz.
5 : Bozgunculuk yapar.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: 29. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 31-33. âyetin tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

beşer : insanlık
ca’l : yaratma, yapma
cemaat : topluluk, grup
Cenab-ı Ulûhiyet : yüce ilâhlık makamı
cümle-i ismiye : isim cümlesi; isimle başlayan cümle
evsaf-ı azamet ve celâl : Alah’ın haşmet, yücelik ve büyüklüğünü gösteren sıfatlar
güya : sanki
hikmet : sır, maksat, gaye
itikad etme : inanma
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kinâye : bir sözü gerçek mânâsına da gelebilecek şekilde, onun dışında başka bir mânâda kullanma san’atı
maâsi : isyanlar, günahlar
mâsivâ : Allah’tan başka var olan her şey
mâsum : günahsız, suçsuz
melâike : melekler
muttasıf : vasıflanmış
mülâzım ve müdâvim olma : bir şeyden ayrılmama, aralıksız devam etme
münezzeh : arınmış, kusur ve eksiklikten yüce
nazaran : bakarak, –göre
nefis : kişinin kendisi
ref etmek : ortadan kaldırmak
sebeb-i kâfi : yeterli sebep
seciye : huy, karakter
sıla : gr. sıla cümlesi; Arapça’da “ellezî=öyleki” gibi müphem isimlerle bir önceki cümleye bağlanan ve o cümleyi açıklayıcı olarak gelen cümle
ta’lil : bir hükmün sebep ve illetlerini ortaya çıkarma, gösterme
takdir : lâfız olarak zikredilmediği halde, görünen lâfzın altında kapalı olarak bulunan söz ve mânâyı belirleme
takdis ve tathir etme : Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten pâk ve yüce olduğunu dile getirme
takdis : Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutma
tesbih : Allah’ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tesbihat : Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler ve varlıkların hal diliyle bu anlamı ifade etmesi
vârit olma : akla gelme, kaynaklanma
vâv-ı hâliye : Arapçada fiilin oluşu sırasında, fâilin (öznenin) veya mef’ûlün (tümleç) durumunu belirten “hâl”, eğer isim cümlesi olarak gelirse başına bağlantı edatı olarak, hâl’i, durumu açıklanan kelime olan “zi’l-hâl”e bağlayan vav’a “vâv-ı haliye denir
Yükleniyor...