Zarfiyeti ifade eden فِى lâfzından anlaşılır ki, onların marazları kalbin sathında değildir. Ancak kalbin melekûtunda, yani içyüzünde kâin bir marazdır. “Kalb” ünvanından anlaşılır ki, kalbin sathında bulunan bir hastalık, bütün a’mâl-i bedeniyeyi sekteye uğrattığı gibi, kalbin içyüzü de nifakla hastalandığı zaman, ef’âl-i ruhiye tamamen istikamet üzerine hareket edemez. Çünkü hayatın mihveri ve makinası ancak kalbdir.

1 فِى قُلُوبِهِمْ kelâmının 2 مَرَضٌ kelimesi üzerine takdimi iki cihetle hasrı ifade eder. Biri: Maraz başka uzuvlarda değil, ancak kalblerdedir. Diğeri: O kalbler de ancak münafıkların kalbleri olup, başkaların kalbleri değildir. Bu iki hasırdan târiz suretiyle anlaşılır ki, nur-u imanın, insanın bütün ef’al ve âsârına sıhhat ve istikameti vermek, şanındandır. Ve yine anlaşılır ki, fesad kalbdedir. Birşeyin esası, kalbi bozuk olursa teferruatını tamir etmek bir faideyi teşkil etmez. Ve yine anlaşılır ki, fıtrattan hakikat çıkar. Fıtrat, hakikatlere merci bir masdardır. Fesat ve harap ise ârızî bir marazdır. Çünkü eşyada asıl sıhhattir. Maraz ise ârızîdir. Binaenaleyh, onlar, “Nifak ve fesadımız fıtrîdir. İhtiyarî olmadığından mûcib-i ceza değildir” diye itizarda bulunamazlar. Tenkiri, meçhuliyeti ifade eden tenvin ise, o maraz pek gizli olduğundan ne görünmesi ve ne de tedavisi mümkün olmadığına işarettir.

Beşinci cümleyi teşkil eden 3 ﴾فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضًا﴿’nin, makabliyle vech-i irtibatı ile eczası arasındaki cihet-i intizama gelince: Evet, vakta ki münafıklar yaptıkları amelden bir maraz olduğu kanaatiyle içtinap etmediler, bilâkis o amellerini istihsan ederek o marazın fazlaca talebinde bulundular; Cenâb-ı Hak da talepleri üzerine onların marazlarını arttırdı.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Kalplerinde.” Bakara Sûresi, 2:10.
2 : “Bir hastalık.” Bakara Sûresi, 2:10.
3 : “Allah onların hastalıklarını artırdı.” Bakara Sûresi, 2:10.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: 8. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 11-12. âyetin tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

a’mâl-i bedeniye : bedene ait faaliyetler, işler
ârızî : asla ait olmayıp sonradan ortaya çıkan
âsâr : eserler
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cihet-i intizam : tertip, diziliş yönü
ecza : parçalar
ef’al : fiiller, işler
ef’âl-i ruhiye : ruha ait faaliyetler, işler
fesat : bozgunculuk, bozukluk
fıtrat : yaratılış, mizaç, karakter
fıtrî : yaratılıştan gelen, mizaç ve karakterle ilgili
hasr : sınırlandırma, ait kılma; bir hükmün yalnızca bir şeye veya bir şahsa verilmesi
içtinap : çekinme, kaçınma
ihtiyarî : isteyerek, iradeyle ilgili
istihsan etme : güzel bulma, övme
istikamet : doğru yolda olma
itizar : özür ileri sürme, beyan etme
kâin : var olan, bulunan
kelâm : söz, ifade
makabli : öncesi
maraz : hastalık
masdar : kaynak
melekût : iç yüz
merci : dönülüp gelinen yer
mihver : eksen
mûcib-i ceza : cezayı gerektiren, ceza sebebi
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış gibi görünen
nifak : münafıklık, iki yüzlülük
nur-u iman : iman aydınlığı, ışığı
sath : yüzey
sekteye uğratma : durdurma, duraklatma
takdim : öne geçirme, önce gelme
târiz : dokundurma, iğneleme, taş atma; sözde bir yönü göstererek başka bir yönü kastetme sanatı, meselâ; insanlara zarar veren kimseye “İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır.” diyerek o kimsenin hayırlı biri olmadığını söylemek gibi
teferruat : detaylar; temel olmayan yan unsurlar
tenkir : gr. belirsiz kılma; bir kelimenin sonunu iki üstün, iki esre veya iki getirmek sûretiyle mânâyı kapalı, belirsiz yapma
meçhuliyet : bilinmezlik, belirsizlik
tenvin : Arapça gramerde bir kelimenin sonunu nun gibi okutmak üzere konulan işaret; kelimenin sonuna iki üstün (en), iki esre (in), iki ötre (ün) gelmesi hâli
uzuv : organ
vakta ki : ne zaman ki
vech-i irtibat : irtibat, bağlantı yönü
Yükleniyor...