S - Hakaik-i nisbiyenin ne kıymeti var ki, onun için şerler istihsan edilecek?

C - Hakaik-i nisbiye denilen şeyler, kâinatın eczası arasında bulunan rabıtalardır. Ve kâinattaki nizam, ancak hakaik-i nisbiyeden doğmuştur. Ve hakaik-i nisbiyeden kâinatın envaına bir vücud-u vâhid in’ikâs etmiştir. Hakaik-i nisbiye, büyük bir ölçüde hakaik-i hakikiyeden çoktur. Hatta bir zatın hakaik-i hakikiyesi yedi ise, hakaik-i nisbiyesi yedi yüzdür. Binaenaleyh, kubuh ve şerde şer varsa da kalildir. Malûmdur ki, şerr-i kalil için hayr-ı kesir terk edilmez. Terk edilirse, şerr-i kesir olur; zekât ve cihadda olduğu gibi.

Evet, 1 اِنَّمَا تُعْرَفُ اْلاَشْيَاۤءُ بِاَضْدَادِهَا meşhur kaziyeden maksat, birşeyin zıddı, o şeyin hakaik-i nisbiyesinin vücut veya zuhuruna sebeptir. Meselâ kubuh olmasaydı ve hüsünlerin arasına girmeseydi, hüsnün gayr-ı mütenahi olan mertebeleri tezahür etmezdi.

S – 2 اَنْعَمْتَ fiil, 3 مَغْضُوبِ ism-i mef’ul, 4 ضَالِّينَ ism-i fail olarak zikirlerinde ve keza, üçüncü fırkanın sıfatını ve ikinci fırkanın sıfatına terettüp eden âkıbetini ve birinci fırkanın ünvan-ı sıfatını aynen zikretmekte ne gibi bir hikmet vardır?

C - “Nimet” ünvanı, nefsin daima meylettiği bir lezzet olduğundan ihtiyar edilmiştir. Fiil-i mâzi olarak zikrindeki sebep, evvelce beyan edilmiştir. İkinci fırka ise, kuvve-i gadabiyenin galebe ve tecavüzüyle tecavüz ederek ahkâmın terkiyle zulüm ve fıska düşmüşlerdir: Yahudilerin temerrüdü gibi. Zulüm ve fıskta hasis ve hayırsız bir lezzet görüldüğünden, onlardan nefis teneffür etmez. Kur’ân-ı Kerim, o zulmün âkıbeti olan gadab-ı İlâhîyi zikretmiştir ki, nefisleri o zulüm ve fısktan tenfir ettirsin.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her şey zıtlarıyla bilinir.
2 : Nimet verdin.
3 : Gazaba ve öfkeye maruz kalanlar.
4 : Hak yoldan sapanlar.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Kur’ân nedir, tarifi nasıldır? / Sonraki Risale: Bakara Sûresi
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahkâm : hükümler, esaslar
akıbet : netice, son
beyan etmek : açıklamak
binaenaleyh : bundan dolayı
cihâd : mücadele, din uğrunda gayret gösterme
ecza : kısımlar, parçalar
envâ : çeşitler, türler
fırka : topluluk, grup
fısk : günah, günahkârlık
fiil-i mâzi : gr. geçmiş zaman fiil kalıbı, kipi
galebe : üstün gelme
gayr-ı mütenâhi : sınırsız, sonsuz
hakaik-i hakikiye : göreceli olmayan, asıl mahiyeti ve zatı itibariyle hakikat, gerçek olan şeyler
hakaik-i nisbiye : göreceli hakikatler, bir diğerine göre hakikat olan şeyler
hasis : âdi, değersiz
hayr-ı kesir : çok hayır, iyilik
hikmet : amaç, gaye
hüsün : güzellik
ihtiyar etme : seçme, tercih etme
in’ikâs : yansıma, aksetme
ism-i fâil : gr. bir iş, oluş veya durumu yüklenen şahsı bildiren kelimedir, meselâ; kâtip
ism-i mef’ul : gr. bir iş, oluş ve hareketin kendisine yapıldığı veya tesir ettiği şeyi gösteren kelimedir, meselâ
istihsan : beğenme, güzel bulma
kalil : az
kaziye : hüküm, önerme
kezâ : bunun gibi
kubuh : çirkinlik, kötülük
kuvve-i gadabiye : öfke duygusu
malûm : bilinen, belli
meyletmek : eğilim göstermek
nefis : insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
nizam : düzen, kanun
rabıta : bağ, alâka
şer : kötülük
şerr-i kalîl : az kötülük, az şer
şerr-i kesir : çok kötülük
temerrüd : inat etme, karşı gelme, isyanda direnme
terettüp etmek : gerekmek, sonuç olarak ortaya çıkmak
tezahür etmek : görünmek, ortaya çıkmak
ünvan-ı sıfat : sıfat ünvanı, sıfat isim
vücud : varlık, var oluş
vücud-u vâhid : tek bir vücut, varlık
zuhur : ortaya çıkma, görünme
Yükleniyor...