İkinci temsil: Meselâ, Ayasofya gibi kubbeli bir camiin kubbesindeki taşlarını durdurmak vaziyeti ve muallâkta durdurması bir ustaya verilse, o vaziyeti onlara kolayca verebilir.
Eğer o vaziyete girmesi taşlara havale edilse, herbir taş, umum taşlara hem hâkim-i mutlak, hem mahkûm-u mutlak olmak lâzım gelir, tâ ki, birbirine baş başa verip muallâkta durabilsinler.
O halde, o ustanın kolayca gördüğü işini görmek için, yüz usta kadar, yüz derece işinden daha ziyade işler görülecek, sonra o vaziyetler alınacak.
Üçüncü temsil: Meselâ küre-i arz, Zât-ı Ferd-i Vâhidin bir memuru, bir neferi olduğundan, yalnız o birtek nefer, o tek Zâtın tek emrini dinlediği için, mevsimlerin husulü ve gece ve gündüz vakitlerinin vücudu ve semâvattaki ulvî ve haşmetli harekâtın zuhuru ve sinemavâri semâvî levhaların tebdili gibi neticeleri istihsal için, arz gibi birtek nefer, birtek Zâtın birtek emrini almakla, o vazifenin neş’esinden gelen bir cezbe ile, meczup Mevlevî gibi iki hareketiyle semâa kalkar, bütün o muhteşem neticelerin husulüne ve zuhuruna vesile olur. Güya o tek nefer, kâinat yüzündeki muhteşem manevraya bir kumandanlık eder.
Eğer hâkimiyet-i ulûhiyeti ve saltanat-ı rububiyeti umum kâinatı ihata eden ve hüküm ve emri umum mevcudata geçen bir Zât-ı Ferde verilmezse, o halde o neticeleri, o semâvî manevrayı ve arzî mevsimleri tahsil etmek için, küre-i arzdan bin defa büyük milyonlarla yıldızlar ve küreler, milyonlar sene uzun bir mesafeyi her yirmi dört saatte, herbir senede gezmekle o neticeler gösterilebilir.
İşte, küre-i arz gibi birtek memur, meczup bir Mevlevî gibi mihveri ve medârı üstünde iki hareketle hâsıl olan o haşmetli neticelerin husulü ise, vahdette ne derece hadsiz suhulet olduğuna bir misal olması gibi, aynı neticeleri kazanmak için milyonlar defa o hareketten daha müşkül ve hadsiz uzun yollarla o neticeleri kazanmak ne derece müşkülâtlı, belki muhal olduğuna, şirk ve küfrün yolunda ne derece muhaller, bâtıl şeyler bulunduğuna misaldir.
Eğer o vaziyete girmesi taşlara havale edilse, herbir taş, umum taşlara hem hâkim-i mutlak, hem mahkûm-u mutlak olmak lâzım gelir, tâ ki, birbirine baş başa verip muallâkta durabilsinler.
O halde, o ustanın kolayca gördüğü işini görmek için, yüz usta kadar, yüz derece işinden daha ziyade işler görülecek, sonra o vaziyetler alınacak.
Üçüncü temsil: Meselâ küre-i arz, Zât-ı Ferd-i Vâhidin bir memuru, bir neferi olduğundan, yalnız o birtek nefer, o tek Zâtın tek emrini dinlediği için, mevsimlerin husulü ve gece ve gündüz vakitlerinin vücudu ve semâvattaki ulvî ve haşmetli harekâtın zuhuru ve sinemavâri semâvî levhaların tebdili gibi neticeleri istihsal için, arz gibi birtek nefer, birtek Zâtın birtek emrini almakla, o vazifenin neş’esinden gelen bir cezbe ile, meczup Mevlevî gibi iki hareketiyle semâa kalkar, bütün o muhteşem neticelerin husulüne ve zuhuruna vesile olur. Güya o tek nefer, kâinat yüzündeki muhteşem manevraya bir kumandanlık eder.
Eğer hâkimiyet-i ulûhiyeti ve saltanat-ı rububiyeti umum kâinatı ihata eden ve hüküm ve emri umum mevcudata geçen bir Zât-ı Ferde verilmezse, o halde o neticeleri, o semâvî manevrayı ve arzî mevsimleri tahsil etmek için, küre-i arzdan bin defa büyük milyonlarla yıldızlar ve küreler, milyonlar sene uzun bir mesafeyi her yirmi dört saatte, herbir senede gezmekle o neticeler gösterilebilir.
İşte, küre-i arz gibi birtek memur, meczup bir Mevlevî gibi mihveri ve medârı üstünde iki hareketle hâsıl olan o haşmetli neticelerin husulü ise, vahdette ne derece hadsiz suhulet olduğuna bir misal olması gibi, aynı neticeleri kazanmak için milyonlar defa o hareketten daha müşkül ve hadsiz uzun yollarla o neticeleri kazanmak ne derece müşkülâtlı, belki muhal olduğuna, şirk ve küfrün yolunda ne derece muhaller, bâtıl şeyler bulunduğuna misaldir.
Önceki Risale: Üçüncü Nükte / Sonraki Risale: Beşinci Nükte