Fakat o yanlışlıktan ve o yakıcı vaziyetten bir hakikat kapısı açıldı. Ve o hakikati tam kabul etmeye nefis hazırlandı. Evet, nasıl ki bir demir ateşe sokulur, tâ yumuşasın, güzel ve menfaattar bir şekil verilsin.

Öyle de, o hüzün-engiz hâlet ve o dehşetli vaziyet ateş oldu, nefsimi yumuşattı. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, mezkûr âyetin hakikatiyle, hakaik-i imaniyenin feyzini tam ona gösterdi, kabul ettirdi.

Evet, lillâhilhamd, şu âyetin hakikati, iman feyziyle, Yirminci Mektup gibi risalelerde kat’î ispat ettiğimiz gibi, herkesin kuvvet-i imaniyesi nisbetinde inkişaf eden öyle bir nokta-i istinad ruha ve kalbe verdi ki, o vaziyetin dehşetinden yüz derece ziyade korkunç, zararlı musibetlere karşı gelebilir bir kuvveti, iman-ı billâhtan verdi. Ve şöyle ihtar etti ki: “Senin Hâlıkın olan şu memleketin Mâlik-i Hakikîsinin emrine herşey musahhardır. Herşeyin dizgini Onun elindedir. Ona intisabın yeter.”

O Hâlıkıma dayanıp tanıdıktan sonra, düşman suretini alan bütün şeyler düşmanlıklarını terk ettiler, ağlattıran hazîn haller beni neş’elendirmeye başladılar.

Hem çok risalelerde kat’î burhanlarla da ispat ettiğimiz gibi, o hadsiz arzulara karşı iman-ı bil’âhiretten gelen nur ile öyle bir nokta-i istimdad verdi ki, değil küçücük ve muvakkat, kısa dünyevî ahbaplara karşı arzu ve rabıtalarıma, belki ebedü’l-âbâdda, âlem-i bekàda, saadet-i ebediyede hadsiz uzun arzularıma kâfi gelebilir bir nokta-i istimdad verdi.

Çünkü bir cilve-i rahmetiyle, muvakkat bir misafirhanesi olan bu dünyanın bir menzili olan şu zeminin yüzünde, o misafirlerini bir iki saat sevindirmek için, bahar sofrasında had ve hesaba gelmez, san’atlı, şirin nimetlerini her baharda ihsan edip bir kahvaltı hükmünde o misafirlere yedirdikten sonra, mesken-i ebedîlerinde sekiz daimî Cenneti hadsiz bir zamanda hadsiz envâ-ı nimetiyle doldurup ibâdına ihzar eden bir Rahmânü’r-Rahîmin rahmetine iman ile istinad edip intisabını bilen, elbette öyle bir nokta-i istimdad bulur ki, en ednâ derecesi, hadsiz ebedî emellere medet verip idame eder.

Hem o âyetin hakikatiyle, imanın ziyasından gelen nur öyle parlak bir surette tecellî etti ki, o zulümatlı olan cihât-ı sitteyi gündüz gibi aydınlattırdı. Çünkü bu medresem ve bu şehirde talebe ve dostlarımın arkalarında kalıp ağlamak vaziyetini şöyle aydınlattırdı ki, “Ahbabın gittikleri âlem karanlıklı değil. Yalnız yerlerini değiştirdiler; yine görüşeceksiniz” diye ihtar etti.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Beşinci Lem'a / Sonraki Risale: Yirmi Yedinci Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahbap : dostlar, sevgililer
âlem-i bekà : devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi
âyet : Kur’ân’da yer alan her bir cümle
burhan : güçlü ve sarsılmaz delil, kanıt
cihât-ı sitte : altı cihet, yön
cilve-i rahmet : rahmet ve şefkatin yansıması
daimî : sürekli
dünyevî : dünya ile ilgili
ebedî : sonsuz
ebedü’l-âbâd : sonsuzların sonsuzu, âhiret hayatı
ednâ : en aşağı
emel : arzu, istek
envâ-ı nimet : nimet çeşitleri
feyiz : mânevî gıda, bereket
had ve hesaba gelmemek : sınırsız ve sayısız olmak
hadsiz : sınırsız, sayısız
hakikat : asıl, esas, gerçek mahiyet
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
hazîn : hüzün veren, acıklı
ibâd : kullar
idame etmek : devam ettirmek
ihsan etmek : bağışlamak
ihtar etmek : hatırlatmak
ihzar etmek : hazırlamak
iman-ı bil’âhiret : ahirete iman
iman-ı billâh : Allah’a iman
inkişaf etmek : açığa çıkmak
intisab : bağlanma, mensup olma
istinad etmek : dayanmak
kâfi : yeterli
kat’î : kesin
kuvvet-i imaniye : iman gücü
lillâhilhamd : Allah’a hamd olsun!
Mâlik-i Hakikî : herşeyin gerçek sahibi olan Allah
medet vermek : yardım etmek
medrese : din eğitimi veren yüksek okul
menzil : yer, ev
mesken-i ebedî : sonsuza dek kalınacak yer
musahhar : boyun eğmiş
musibet : belâ, büyük sıkıntı
muvakkat : geçici
nimet : iyilik, lütuf
nisbetinde : oranında
nokta-i istimdad : yardım alınan yer
nokta-i istinad : dayanak noktası
rabıta : bağlantı
Rahmânü’r-Rahîm : dünya ve ahirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Allah
rahmet : İlâhî şefkat ve merhamet
risale : Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
suret : biçim, şekil
talebe : öğrenci
tecellî etmek : görünmek, yansımak
vaziyet : durum
zemin : yer
ziya : ışık
ziyade : çok, fazla
zulümatlı : karanlıklı
Yükleniyor...