Madem iman bu âlemde bu tesirât-ı azîmeyi yapar; elbette dâr-ı bekàda öyle semerat ve füyuzâtı olacak ki, bu dünyadaki akılla onlar ihata edilmez ve tarif edilmez.

İşte, ey benim gibi ihtiyarlık münasebetiyle pek çok dostların firak acılarını çeken ihtiyar ve ihtiyareler! Sizin en ihtiyarınız her ne kadar zâhiren benden yaşlı ise de, mânen ben onlardan daha ziyade ihtiyarlığımı tahmin ediyorum.

Çünkü fıtratımda rikkat-i cinsiye ile acımak hissi ziyade bulunduğundan, kendi elemimden başka, binler kardeşlerimin elemlerini de o şefkat sırrıyla çektiğimden, yüzler sene yaşamış gibi ihtiyarım. Ve siz ne kadar firak belâsını çekmişseniz, benim kadar o belâya mâruz kalmamışsınız.

Çünkü oğlum yoktur ki yalnız oğlumu düşüneyim. Bendeki fıtrî olan bu ziyade acımaklık ve şefkat, binler Müslüman evlâtlarının, hattâ mâsum hayvanların teellümlerine karşı dahi bir rikkat, bir elem, o sırr-ı şefkatle hissediyordum.

Hususî bir hanem yoktur ki fikrimi yalnız ona hasredeyim. Belki bu memleketle ve belki âlem-i İslâmın kıt’asıyla, hanem gibi, hamiyet-i İslâmiye noktasında alâkadarım. Ve o iki büyük hanedeki dindaşlarımın elemleriyle müteellim ve firaklarıyla mahzun oluyorum.

İşte bütün ihtiyarlığımdan ve firak belâlarından gelen teessürâtıma, bana nur-u iman tam kâfi geldi; kırılmaz bir rica, kopmaz bir ümit, sönmez bir ziya, bitmez bir teselli verdi.

Elbette sizlere ihtiyarlıktan gelen karanlık ve gaflet ve teessürat ve teellümâta, iman kâfi ve vâfidir.

Asıl en karanlıklı ve en nursuz ve tesellisiz ihtiyarlık ve en elîm ve müthiş firak, ehl-i dalâletin ve ehl-i sefahetin ihtiyarlıklarıdır ve firaklarıdır.

O rica ve ziya ve teselli veren imanı zevk etmek ve tesirâtını hissetmek için, ihtiyarlığa lâyık ve İslâmiyete muvafık ubudiyetkârâne bir tavr-ı şuurdârâne takınmakla olur.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Beşinci Lem'a / Sonraki Risale: Yirmi Yedinci Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhiret âlemi : öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
alâkadar : alakalı, ilgili
âlem : dünya, evren
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
belâ : büyük sıkıntı
dâr-ı bekà : sonsuzluk âlemi, âhiret
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ehl-i sefahet : zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkün olanlar
elem : acı, keder
elîm : acı ve sıkıntı veren
evlât : çocuk
fıtrat : yaratılış, mizaç
fıtrî : doğal, yaratılıştan gelen
firak : ayrılık
füyuzât : feyizler, mânevî bolluk ve bereketler
gaflet : âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlık
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
hamd : övgü ve şükür
hamiyet-i İslâmiye : İslâmiyeti savunma gayreti
hane : ev
hasretmek : yöneltmek, özgü kılmak
hususî : özel
ihata etmek : kuşatmak kapsamak
ihtiyare : yaşlı kadın
istifade etmek : faydalanmak
kâfi ve vâfi : yeterli
kâfi : yeterli
kıt’a : dünyanın kara parçalarından her biri, bölge, kara parçası
mahzun : hüzünlü
mânen : mânevî olarak
mâruz kalmak : bir şeyle yüzyüze gelmek
mâsum : suçsuz, günahsız
muazzam : azametli, çok büyük
mukabil : karşılık
münasebetiyle : sebebiyle
müteellim : acı çeken
müthiş : dehşet veren
nimet : lütuf, iyilik
nur-u iman : iman nuru, aydınlığı
rica : ümit
rikkat : acıma, yufka yüreklilik
rikkat-i cinsiye : insanın kendi cinsinden olana acıması
semerat : meyveler, neticeler
sırr-ı şefkat : şefkatin içinde gizli olan sır
şefkat : karşılıksız sevgi ve merhamet
şükür : Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
teellüm : acı çekme
teellümât : elemler, acılar
teessürât : üzüntüler
tesirât : tesirler, etkiler
tesirât-ı azîme : büyük etkiler
zâhiren : dış görünüş itibariyle
zerrât-ı vücud : bedenî oluşturan atomlar
zevk etmek : tatmak, zevk almak
Yükleniyor...