O hâletimde, yanık bir şairin dediği gibi dedim:

Dil bekàsı, Hak fenâsı istedi mülk-ü tenim,
Bir devâsız derde düştüm, ah, ki Lokman bîhaber.


Meyusâne başımı eğdim. Birden, 1 حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ imdadıma geldi, “Beni dikkatle oku” dedi. Ben de günde beş yüz defa okudum. Okudukça, yalnız ilmelyakin ile değil, aynelyakin ile çok kıymettar envârından dokuz mertebe-i hasbiye bana inkişaf etti.

BİRİNCİ MERTEBE-İ NURİYE-İ HASBİYE: Bendeki aşk-ı bekà, bendeki bekàya değil, belki sebepsiz ve bizzat mahbub olan kemâl-i mutlak sahibi Zât-ı Zülkemâlin ve Zülcelâlin bir isminin bir cilvesinin, mahiyetimde bir gölgesi bulunduğundan, fıtratımda o Kâmil-i Mutlakın varlığına ve kemâline ve bekàsına müteveccih olan muhabbet-i fıtriye, gaflet yüzünden yolunu şaşırmış, gölgeye yapışmış, âyinenin bekàsına âşık olmuştu.

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ geldi, perdeyi kaldırdı. Gördüm ve hissettim ve hakkalyakin zevk ettim ki, bekàmın lezzeti ve saadeti, aynen ve daha mükemmel bir tarzda Bâkî-i Zülkemâlin bekàsına ve benim Rabbim ve İlâhım olduğuna tasdik ve imanımda ve iz’ânımda vardır.

Bunun edillesi, zevi’l-ihsâsı hayrette bırakacak gayet derin ve dakik on iki hemhemler ve şuur-u imanlarla Risale-i Hasbiyede beyan edilmiştir.

İKİNCİ MERTEBE-İ NURİYE-İ HASBİYE: Fıtratımdaki hadsiz aczimle beraber, ihtiyarlık ve gurbet ve kimsesizlik ve tecridim içinde, ehl-i dünya desiseleriyle, casuslarıyla bana hücum ettikleri hengâmda kalbime dedim:

“Elleri bağlı, zayıf ve hasta birtek adama ordular taarruz ediyor. Benim için bir nokta-i istinad yok mu?” diye, حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ âyetine müracaat ettim.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Beşinci Lem'a / Sonraki Risale: Yirmi Yedinci Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acz : güçsüzlük
aşk-ı bekà : sonsuzluk aşkı
âyet : Kur’ân’da yer alan her bir cümle
aynelyakîn : gözle görerek kesin bilgi edinme
Bâkî-i Zülkemâl : sonsuz olan ve sınırsız mükemmellik sahibi Allah
bekà : devamlılık ve kalıcılık, sonsuzluk
beyan edilmek : açıklanmak
bizzat : doğrudan
cilve : görüntü, yansıma
dakik : ince
desise : hile, aldatma
edille : deliller
ehl-i dünya : dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
envâr : nurlar
fıtrat : yaratılış, mizaç
gaflet : sorumsuzluk, duyarsızlık
gurbet : yabancılık, vatanından uzak olma
hadsiz : sayısız, sınırsız
hakkalyakîn : bizzat yaşamak suretiyle, kesin bilgiye ulaşma
hemheme : rüzgârın ağaçların yapraklarında çıkardığı sesler, uğultu
hengâm : zaman, dönem
İlâh : kendisine ibadet edilen, Allah
ilmelyakîn : ilim yoluyla bir konuda kesin bilgi edinme
imdada gelmek : yardıma gelmek
inkişaf etmek : açılmak, ortaya çıkmak
iz’ân : kesin anlama, idrak
Kâmil-i Mutlak : sınırsız mükemmellik ve kusursuzluk sahibi Allah
kemâl : kusursuzluk, mükemmellik
kıymettar : değerli
mahbub : sevgili
mahiyet : esas nitelik, içyapı
mertebe-i nuriye-i hasbiye : “Hasbünallahu ve ni’me’l-vekîl (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.)” âyetinin mertebesi, derecesi
meyusâne : ümitsizce
muhabbet-i fıtriye : yaratılıştan var olan sevgi
müracaat etmek : başvurmak
müteveccih olan : yönelen
nokta-i istinad : dayanak noktası
Rab : herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
Risale-i Hasbiye : “Hasbünallahü ve ni’me’l-vekîl (Allah bize yeter O ne güzel vekildir.)” âyetinin sırlarını ve mertebelerini anlatan risale
saadet : mutluluk
şuur-u iman : iman şuuru, bilinci
taarruz etmek : saldırmak
tasdik : doğruluğunu kabul etme, onaylama
tecrid : soyutlanma, insanlardan uzaklaştırılma
Zât-ı Zülkemâl ve Zülcelâl : sonsuz mükemmellik ve büyüklük ve haşmet sahibi Zât, Allah
zevi’l-ihsâs : his sahipleri
zevk etmek : zevk almak
Yükleniyor...