On Dördüncü Nükte

Kardeşlerim,

Kalbime ihtâr edildi ki; nasıl ki, Mesnevi-î Şerif, şems-i Kur’ân’dan tezâhür eden yedi hakikattan bir hakikatın âyinesi olmuş, kudsî bir şerâfet almış; Mevlevîlerden başka daha çok ehl-i kalbin lâyemut bir mürşidi olmuş. Öyle de, Risâle-i Nur şems-i Kur’âniyenin ziyâsındaki elvân-ı seb’ayı ve o güneşteki renk renk, çeşit çeşit yedi nûru birden âyinesinde temessül ettirdiğinden -inşâallah- yedi cihetle şerîf ve kudsî ve yedi Mesnevî kadar ehl-i hakikata bâkî bir rehber ve bir mürşid olacak.

On Beşinci Nükte

Kardeşlerim,

Hafîz-i Zülcelâlin hıfz ve himayetine bakınız ki, meselemiz münasebetiyle Risale-i Nur'un risaleleri adedine muvafık olarak, yüz yirmi kusür adamın mahrem evraklarıyla istintakta oldukları halde ve ecnebîlerin entrikalarıyla ve muhalif komitecilerin dolaplarıyla mevcut ve münteşir müteaddit cemiyetlerin hiçbirisiyle, Risale-i Nur'un hiçbir şakirdinin münasebettarlığını gösterecek hiçbir madde bulunmaması, gayet zahir ve parlak bir himaye-i Rabbaniyedir. Muhafaza-i İlâhiyeye ve İmam-ı Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (k.s.), Risale-i Nur'a ait keramet-i gaybiyelerini cidden teyid eden bir inayet-i Rahmâniyedir. Kırk ikilik bir top güllesini, kırk iki mâsum ve mazlum kardeşlerimizin dergâh-ı İlâhiyeye açılan elleriyle doldurup, geri çevirip, atanların başlarında mânen patlattırdı. Bizlere, yalnız ehemmiyetsiz, sevaplı, hafif birkaç yara bereden başka olmadı. Böyle bir seneden beri doldurulan bir toptan, böyle pek az zararla kurtulmak harikadır.

Böyle pek büyük bir nimete karşı, şükür ve sürur ve sevinçle mukabele etmek gerektir. Bundan sonraki hayatımız bize ait olamaz; çünkü müfsidlerin plânlarına göre, yüzde yüz mahv idik. Demek bundan sonraki hayatı kendimize değil, belki hak ve hakikate vakfetmeliyiz. Şekvâ değil, şükrettirecek rahmetin izini, yüzünü, özünü görmeye çalışmalıyız.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Yedinci Lem'a / Sonraki Risale: Yirmi Dokuzuncu Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

bâkî : devamlı ve kalıcı olan
cemiyet : dernek
cidden : ciddî olarak
cihet : taraf, yön
dergâh-ı İlâhiye : Allah’ın yüce katı, makamı
ecnebî : yabancı
ehl-i hakikat : doğru ve hak yolda olan kimseler
ehl-i kalb : kalb ehli, mânevî derecelere yükselen kişiler
elvân-ı seb’a : yedi renk
entrika : dalavere, dolap çevirme
Gavs-ı Âzam : Abdulkâdir-i Geylânî (k.s.)
Hafîz-i Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, büyük küçük herşeyi kaydedip koruyan Allah
hakikat : asıl, esas, gerçek mahiyet
hıfz : koruma, muhafaza etme
himâye-i Rabbâniye : Allah’ın koruma ve himâyesi
himayet : koruma
ihtâr edilmek : uyarılmak
inayet-i Rahmâniye : çok merhametli ve şefkatli olan Allah’ın inayeti, yardımı
inşaallah : Allah izin verirse
istintak : konuşturma, sorgulama
keramet-i gaybiye : gelecekle ilgili keramet
komite : cemiyet, topluluk
kudsî : her türlü kusur ve noksandan uzak
lâyemut : ölümsüz
mahrem : gizli
mânen : mânevî yönden
mazlum : zulme uğramış
mevcut : var olan
Mevlevîler : Mevlevî tarikatına bağlı olanlar
muhafaza-i İlâhiye : İlâhî muhafaza, Allah’ın koruması
muhalif : aykırı, zıt
muvafık : uygun
münasebet : bağlantı, ilgi
münasebettar : alâkalı, ilgili
münteşir : yayılmış
mürşid : irşad eden, doğru yolu gösteren
müteaddit : bir çok, çeşitli
risale : Risale-i Nur’un her bir bölümü
şems-i Kur’ân : Kur’ân güneşi
şerâfet : şereflilik
şerîf : şerefli, yüce
temessül etmek : göstermek, yansıtmak
teyid etmek : desteklemek
tezâhür etmek : ortaya çıkmak, görünmek
zahir : açık, âşikar
ziya : ışık
Yükleniyor...