Evet, herkes kâinatı kendi âyinesiyle görür. Cenâb-ı Hak, insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın itikad-ı kalbîsine göre gösteriyor.

Meselâ, gayet meyus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve meyus suretinde görür. Gayet sürurlu ve neş’eli, müjdeli ve kemâl-i neş’esinden gülen bir adam, kâinatı neş’eli, güler gördüğü gibi; mütefekkirâne ve ciddî bir surette ibadet ve tesbih eden adam, mevcudatın hakikaten mevcut ve muhakkak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür.

Gafletle veya inkârla ibadeti terk eden adam, mevcudatı, hakikat-i kemâlâtına tamamıyla zıt ve muhalif ve hata bir surette tevehhüm eder ve mânen onların hukukuna tecavüz eder.

Hem o târiküssalât, kendi kendine mâlik olmadığı için, kendi mâlikinin bir abdi olan kendi nefsine zulmeder. Onun mâliki, o abdinin hakkını onun nefs-i emmâresinden almak için, dehşetli tehdit eder. Hem netice-i hilkati ve gaye-i fıtratı olan ibadeti terk ettiğinden, hikmet-i İlâhiye ve meşiet-i Rabbâniyeye karşı bir tecavüz hükmüne geçer. Onun için cezaya çarpılır.

Elhasıl, ibadeti terk eden hem kendi nefsine zulmeder -nefis ise Cenâb-ı Hakkın abdi ve memlûküdür- hem kâinatın hukuk-u kemâlâtına karşı bir tecavüz, bir zulümdür. Evet, nasıl ki küfür, mevcudata karşı bir tahkirdir; terk-i ibadet dahi, kâinatın kemâlâtını bir inkârdır. Hem hikmet-i İlâhiyeye karşı bir tecavüz olduğundan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstehak olur.

İşte bu istihkakı ve mezkûr hakikati ifade etmek için, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, mucizâne bir surette o şiddetli tarz-ı ifadeyi ihtiyar ederek, tam tamına hakikat-i belâgat olan mutabık-ı mukteza-yı hale mutabakat ediyor.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi İkinci Lem'a / Sonraki Risale: Yirmi Dördüncü Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abd : kul
âlem : dünya, evren
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
gaflet : âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
gaye-i fıtrat : yaratılış amacı
hakikat-i belâgat : güzel ve özlü ifade gerçeği
hakikat-i kemalât : ilâhî mükemmelliğin gerçeği
hikmet-i İlâhiye : Allah’ın gözettiği fayda ve gaye
hukuk-u kemâlât : İlâhî kemâlâtın bizden istediği haklar
ihtiyar etmek : seçmek, dilemek
istihkak : hak etme
itikad-ı kalbî : kalben inanma
kemâlât : mükemmel ve kusursuz özellikler
kemâl-i neş’e : tam bir neşe
keşfetmek : gizli bir şeyi açığa çıkarmak
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan : açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân
küfür : Allah’ı inkâr etme, inançsızlık, dinsizlik
mâlik : sahip olma
memluk : köle
meşiet-i Rabbâniye : Cenâb-ı Hakkın kendisine özel istek, arzu ve muradı
meyus : ümitsiz
mezkûr : adı geçen
mikyas : ölçü
mizan : ölçü, denge
mucizâne : mucizeli
muhalif : zıt, aykırı
mutabakat : uygunluk
mutabık-ı mukteza-yı hâl : hâlin gereğine uygun
müstehak : hak etmiş, layık
mütefekkirâne : tefekkür ederek, Allah’ı düşünürek
nefs-i emmâre : hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu
netice-i hilkat : yaratılışın sonucu
sürur : mutluluk, sevinç
tahkir etmek : aşağılamak
târiküssalât : namaz kılmayı terk eden kimse
tarz-ı ifade : ifade etme tarzı
tecavüz etmek : haddi aşmak, saldırmak
telâkki etmek : kabul etmek
terk-i ibadet : Allah’a kulluk etmeyi bırakma
tesbih eden : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anan
tesbihat : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma
tevehhüm etmek : zannetmek
Yükleniyor...