İkincisi: Tarik-i Nakşî hakkında denilen “Der tarik-i Nakşibendî lâzım âmed çâr terk / Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk” olan fıkra-i rânâ birden hatıra geldi. O hatıra ile beraber, birden şu fıkra tulû etti:

“Der tarik-i aczmendî lâzım âmed çâr çiz / Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz.”

Sonra, senin yazdığın, “Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine, ilâahir.” olan rengin ve zengin şiir hatırıma geldi. O şiirle semânın yüzündeki yıldızlara baktım. “Keşke şair olsaydım, bunu tekmil etseydim” dedim. Halbuki şiir ve nazma istidadım yokken yine başladım. Fakat nazım ve şiir yapamadım. Nasıl hutur ettiyse öyle yazdım. Benim vârisim olan sen, istersen nazma çevir, tanzim et. İşte, birden hatıra gelen şu:

Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,
Nâme-i nurîn-i hikmet bak ne takrir eylemiş.

Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:
Bir Kadîr-i Zülcelâlin haşmet-i sultanına,

Birer burhan-ı nurefşânız biz vücud-u Sânia,
Hem vahdete, hem kudrete şahitleriz biz.

Şu zeminin yüzünü yaldızlayan
Nazenin mu’cizâtı çün melek seyranına,

Bu semânın arza bakan, Cennete dikkat eden
Binler müdakkik gözleriz biz. HAŞİYE

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE : Yani, Cennet çiçeklerinin fidanlık ve mezraacığı olan zeminin yüzünde hadsiz mu’cizât-ı kudret teşhir edildiğinden, semâvât âlemindeki melâikeler, o mu’cizâtı ve o harikaları temâşâ ettikleri gibi, ecrâm-ı semâviyenin gözleri hükmünde olan yıldızlar dahi, güya melâikeler gibi, zemin yüzündeki nazenin masnuatı gördükçe, Cennet âlemine bakıyorlar ve o muvakkat harikaları bâki bir surette Cennette dahi temâşâ ediyorlar gibi, bir zemine, bir Cennete bakıyorlar; yani o iki âleme nezaretleri var demektir.
Önceki Risale: Üçüncü Mektup / Sonraki Risale: Beşinci Mektup
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acz-i mutlak : son derece güçsüzlük; Allah’a karşı mutlak mânâda âcizliğini bilmek
aziz : izzetli, çok değerli, saygıdeğer
burhan-ı nurefşân : nur saçan delil
çâr çiz : dört şey
çâr : dört
çün : gibi
fakr-ı mutlak : son derece fakirlik, çaresizlik; Allah’a karşı mutlak mânâda fakirliğini bilmek
fıkra : bölüm, kısa yazı
fıkra-i rânâ : güzel ve lâtif olan kısa yazı
haşmet-i sultan : saltanatın haşmeti
hutbe-i şirin : sevimli ve tatlı hutbe
hutur : hatıra gelme, kalbe doğma
ilh. : (ilâ âhir) sonuna kadar
istidad : kabiliyet, yetenek
Kadîr-i Zülcelâl : kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
kitab-ı kâinat : kâinat kitabı, evren
kudret : güç, iktidar
lâzım âmed : lazım gelir, gerekir
lisan : dil
mu’cizât : mu’cizeler; benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeyler
nâme-i nurîn-i hikmet : hikmetin nurlu mektubu
nazenin : ince, nazik, narin
nazm : kàfiyeli, vezinli söz; şiir
nutk : konuşma
rengin : rengârenk, süslü, parlak
safha-i rengin : süslü, parlak, rengârenk sayfa
semâ : gök
seyran : seyretme
şevk-i mutlak : her durumda şevk içinde, coşkulu ve neşeli olmak
şükr-ü mutlak : mutlak bir şükür içinde olmak
takrir eylemek : bildirmek
tanzim : düzenleme
tarik-i aczmendî : Cenâb-ı Hakka karşı âcizliğini ve fakirliğini hissetme ve bunu bildirme yolu
tarik-i Nakşî : Nakşî tarikatı; Buharalı Muhammed Bahaüddin Nakşibendi Hazretleri tarafından kurulan tarikat
tekmil : tamamlama, mükemmelleştirme
terk-i dünya : dünyayı terk etme, dünya ile ilgilenmeme
terk-i hestî : kendinden geçmek, varlığını terketmek
terk-i terk : terki terk etmek; terkedilen şeyleri düşünmemek
terk-i ukbâ : âhiretteki mükâfatları terketmek, düşünmemek
tulû : doğma
vahdet : birlik
vâris : mirasçı
vücud-u Sâni : herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah’ın varlığı
zemin : yer
Yükleniyor...