İşte, aynen öyle de, Risale-i Nur’a verilen ehemmiyet dahi, zamanın ehemmiyetinden, hem bu asrın şeriat-ı Muhammediyeye (a.s.m.) ve şeâir-i Ahmediyeye (a.s.m.) ettiği tahribatın dehşetinden, hem bu âhirzamanın fitnesinden eski zamandan beri bütün ümmet istiâze etmesi cihetinden, hem o fitnelerin savletinden mü’minlerin imanlarını kurtarması noktasından, Risale-i Nur öyle bir ehemmiyet kesb etmiş ki; Kur’ân ona kuvvetli işaretle iltifat etmiş. Ve Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) üç kerametle ona beşaret vermiş. Ve Gavs-ı Âzam (k.s.) kerametkârâne ondan haber verip tercümanını teşci etmiş.

Evet, bu asrın dehşetine karşı taklidî olan itikadın istinad kal’aları sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan, her mü’min, tek başıyla dalâletin cemaatle hücumuna mukavemet ettirecek gayet kuvvetli bir iman-ı tahkikî lâzımdır ki dayanabilsin.

Risale-i Nur, bu vazifeyi en dehşetli bir zamanda ve en lüzumlu ve nazik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakaik-i Kur’âniye ve imaniyenin en derin ve en gizlilerini gayet kuvvetli burhanlarla ispat ederek, o iman-ı tahkikîyi taşıyan hâlis ve sadık şakirtleri dahi, bulundukları kasaba, karye ve şehirlerde, hizmet-i imaniye itibarıyla âdetâ birer gizli kutup gibi, mü’minlerin mânevî birer nokta-i istinadı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i mâneviye-i itikadları cesur birer zâbit gibi, kuvve-i mâneviyeyi ehl-i imanın kalblerine verip mü’minlere mânen mukavemet ve cesaret veriyorlar.

Eğer bir muannid tarafından denilse: “Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, bu umum mecâzî mânâları irade etmemiş.” Biz de deriz ki: Faraza, Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh irâde etmezse, fakat kelâmı delâlet eder ve karînelerin kuvvetiyle, işârî ve zımnî delâletle mânâları içine dahil eder.

Hem madem o mecâzî mânâ ve işârî mefhumlar haktır, doğrudur ve vâkıa mutabıktır ve bu iltifata lâyıktır ve karîneleri kuvvetlidir; elbette Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh’ın, böyle bütün işârî mânâları irade edecek küllî bir teveccühü faraza bulunmazsa; Celcelûtiye vahiy olmak cihetiyle hakikî sahibi, Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh’ın Üstâdı olan Peygamber-i Zîşân Aleyhissalâtü Vesselâmın küllî teveccühü ve Üstâdının, Üstâd-ı Zülcelâlinin ihâtalı ilmi onlara bakar, irade dairesine alır. Bu hususta kat’î ve yakîn derecesindeki kanaatımın bir sebebi şudur ki:..
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Otuz Üçüncü Mektup / Sonraki Risale: Hakikat Çekirdekleri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
beşaret : müjdeleme
burhan : güçlü delil, sarsılmaz kanıt
cihet : yön, şekil
dalâlet : hak yoldan sapkınlık, inançsızlık
delâlet etme : delil olma, işaret etme
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
faraza : varsayalım ki
gayet : çok
hakaik-i Kur’âniye ve imâniye : Kur’ân ve iman hakikatleri, gerçekleri
hakikî : gerçek
hâlis : samimi, saf, temiz
Hazret-i İmam-ı Ali : Hazret-i Ali )
hizmet-i imâniye : iman hizmeti
ihata : kuşatma, kapsama
iltifat : iyilik ve güzellikle muamele etme
iman-ı tahkîki : inandığı şeylerin aslını, esâsını bilerek inanma; sarsılmaz iman
irade etme : dileme, isteme
istinad : dayanma, güvenme
işârî : açık mânâdan başka işaret edilen diğer mânâ
itibarıyla : özelliğiyle
itikad : inanma
karîne : ek delil
kelâm : ifade, söz
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarında görünen olağanüstü hâl
kerametkârâne : kerametli bir şekilde
kutup : mârşid, önder, rehber
kuvve-i mâneviye : mânevî kuvvet, moral gücü
küllî : büyük, kapsamlı
mânen : mânevî yönden
mecâzî : gerçek mânânın dışında kastedilen diğer mânâ
mefhum : bir sözden çıkarılan mânâ
muannid : inatçı, direnen
mukavemet : karşı gelme, direnç
mutabık : uygun
mü’min : iman etmiş, Allah’a inanan
nokta-i istinad : dayanak noktası
Peygamber-i Zîşân : şan sahibi olan peygamber
Radıyallahü anh : “Allah ondan razı olsun”
sadık : içten bağlı, doğru, dürüst
şakirt : öğrenci, talebe
taklidî : taklit ederek, araştırmaksızın körü körüne uygulama
teşçi etmek : cesaretlendirmek
teveccüh : ilgi, yönelme
umum : bütün
Üstâd : hoca, öğretmen
Üstâd-ı Zülcelâl : celâl ve haşmet sahibi üstad; Cenâb-ı Allah
vahiy : Cenâb-ı Hak tarafından bir peygambere bildirilen emirler ve bilgiler
vâkıa : olay
zabit : subay
zımnî : gizli, örtülü
Yükleniyor...