Madem sırf lillâh için ve İslâmiyetin menâfii için içtihad edilmiş ve içtihaddan muharebe tevellüt etmiş; elbette hem katil, hem maktul, ikisi de ehl-i Cennettir, ikisi de ehl-i sevaptır diyebiliriz. Her ne kadar Hazret-i Ali’nin içtihadı musîb ve mukàbilindekilerin hata ise de, yine azâba müstehak değiller. Çünkü, içtihad eden, hakkı bulsa iki sevap var; bulmazsa, bir nevi ibadet olan içtihad sevabı olarak bir sevap alır, hatasından mazurdur. Bizde gayet meşhur ve sözü hüccet bir zât-ı muhakkik, Kürtçe demiş ki:

ژِى شَرِّ صَحَابَانْ مَكَه قَالُ وقِيلْ - لَوْرَا جَنَّتِينَه قَاتِلُ وهَمْ قَتِيلْ

Yani: “Sahabelerin muharebesinde kıyl ü kàl etme. Çünkü hem kàtil ve hem maktul, ikisi de ehl-i Cennettirler.”

Adalet-i mahzâ ile adalet-i izafiyenin izahı şudur ki

مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى اْلاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا 1

Âyetin mânâ-yı işarîsiyle, bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir.

Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için cüz’ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenüşşer diye bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fakat adalet-i mahzâ kàbil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez. Gidilse zulümdür.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir.” Mâide Sûresi, 5:32.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Dördüncü Mektup / Sonraki Risale: On Altıncı Mektup
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adâlet-i izafiye : zamanın şartlarına göre değişebilen, toplumun selâmeti için ferdin feda edilmesini öngören adalet
adalet-i mahzâ : tam ve mükemmel adalet; “ferdin hukuku asla fedâ edilemez” görüşündeki adalet
azâb : ceza
cemaat : topluluk
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
cüz’ : ferd, bütünün parçası
ehl-i Cennet : Cennet ehli, Cennetlik
ehl-i sevap : Allah tarafından mükâfata lâyık görülenler
ehvenüşşer : iki şerden daha az zararlı olanı
hamiyet : din ve vatan gibi mukaddes değerleri koruma duygusu ve gayreti
hüccet : delil, kanıt
içtihad : dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur’ân ve hadîsten hüküm çıkarma
intaç : netice verme
izah : açıklama
kàbil-i tatbik : uygulanabilir
kıyl ü kàl : dedikodu
küll : bütün, genel
lillâh : Allah için
maktul : katledilen, öldürülen
mânâ-yı işârî : işaret edilen mânâ
mâsum : suçsuz, günahsız
mazur : mazeretli, özürlü
menâfi : faydalar, yararlar
muharebe : harp, savaş
mukàbil : karşı
musîb : isabet eden, isabetli
münakaşa-i içtihadiye : içtihatla ilgili tartışma
müstehak : hak eden
nam : ad
nazar : dikkat
nazar-ı merhamet : merhamet bakışı
nevi : tür, çeşit
Radıyallahu Anh : “Allah ondan razı olsun”
Sahabe : Hz. Peygamberi (a.s.m.) dünya gözüyle gören ve onun yolundan giden Müslümanlar
selâmet : esenlik, güven
Şeyheyn : iki şeyh; Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer’e verilen ünvan
tevellüt : doğma, meydana gelme
umum : bütün, genel
zât-ı muhakkik : gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlim zât
Yükleniyor...