İşte, tertib-i Kur’ân irşad-ı Nebevî ile, münteşir ve matbu Kur’ân’lar da ilham-ı İlâhî ile olduğundan, Kur’ân-ı Hakîm’in nakşında ve o hattında bir nevi alâmet-i i’câz işareti var. Çünkü o vaziyet ne tesadüfün işi ve ne de fikr-i beşerin düşünüşüdür. Fakat bazı inhiraf var ki, o da tab’ın noksanıdır ki, tam muntazam olsaydı, kelimeler tam birbiri üzerine düşecekti.
Hem, Kur’ân’ın Medine’de nâzil olan mutavassıt ve uzun sûrelerinin herbir sahifesinde lâfzullah pek bedî bir tarzda tekrar edilmiş. Ağleben ya beş, ya altı, ya yedi, ya sekiz, ya dokuz, ya on bir adet tekrarla beraber, bir yaprağın iki yüzünde ve karşı karşıya gelen sahifede güzel ve mânidar bir münasebet-i adediye gösterir. HAŞİYE1 - HAŞİYE2
Hem, Kur’ân’ın Medine’de nâzil olan mutavassıt ve uzun sûrelerinin herbir sahifesinde lâfzullah pek bedî bir tarzda tekrar edilmiş. Ağleben ya beş, ya altı, ya yedi, ya sekiz, ya dokuz, ya on bir adet tekrarla beraber, bir yaprağın iki yüzünde ve karşı karşıya gelen sahifede güzel ve mânidar bir münasebet-i adediye gösterir. HAŞİYE1 - HAŞİYE2
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:
HAŞİYE1 : Hem ehl-i zikir ve münâcâta karşı, Kur’ân’ın ziynetli ve kafiyeli lâfzı ve fesahati, san’atlı üslûbu ve nazarı kendine çevirecek belâğatin mezâyâsı çok olmakla beraber, ulvî ciddiyeti ve İlâhî huzuru ve cem’iyet hatırı veriyor, ihlâl etmiyor. Halbuki, o çeşit mezâyâ-yı fesahat ve san’at-ı lâfziye ve nazım ve kafiye, ciddiyeti ihlâl eder, zarafeti işmam ediyor, huzuru bozar, nazarı dağıtır. Hattâ münâcâtın en lâtîfi ve en ciddîsi ve en ulvî nazımlı ve Mısır’ın kaht u galâsının sebeb-i ref’i olan İmam-ı Şâfiî’nin meşhur bir münâcâtını çok defa okuyordum. Gördüm ki, nazımlı, kafiyeli olduğu için, münâcâtın ulvî ciddiyetini ihlâl eder. Sekiz dokuz senedir virdimdir. Hakikî ciddiyeti, ondaki kafiye ve nazımla birleştiremedim. Ondan anladım ki, Kur’ân’ın has, fıtrî, mümtaz olan kafiyelerinde, nazım ve mezâyâsında bir nevi i’câzı var ki, hakikî ciddiyeti ve tam huzuru muhafaza eder, ihlâl etmez. İşte, ehl-i münâcat ve zikir, bu nevi i’câzı aklen fehmetmezse de kalben hisseder.
HAŞİYE2 : Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın mânevî bir sırr-ı i’câzı şudur ki: Kur’ân, İsm-i Âzama mazhar olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın pek büyük ve pek parlak derece-i imanını ifade ediyor. Hem, mukaddes bir harita gibi, âlem-i âhiretin ve âlem-i rububiyetin yüksek hakikatlerini beyan eden, gayet büyük ve geniş ve âli olan hak dinin mertebe-i ulviyesini fıtrî bir tarzda ifade ediyor, ders veriyor. Hem Hâlık-ı Kâinatın, umum mevcudatın Rabbi cihetinde, hadsiz izzet ve haşmetiyle hitabını ifade ediyor. Elbette, bu suretteki ifade-i Furkan’a ve bu tarzdaki beyan-ı Kur’ân’a karşı,قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ اْلاِنْسُ وَالجِنُّ عَلٰۤى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لاَيَاْتُونَ بِمِثْلِهِ [“De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.” İsrâ Sûresi, 17:88.] sırrıyla bütün ukul-ü beşeriye ittihad etse, birtek akıl olsa dahi, karşısına çıkamaz, muaraza edemez. اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا [Yer nerede, Süreyyâ yıldızı nerede!] Çünkü, şu üç esas nokta-i nazarında, kat’iyen kàbil-i taklid değildir ve tanzir edilmez.
HAŞİYE2 : Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın mânevî bir sırr-ı i’câzı şudur ki: Kur’ân, İsm-i Âzama mazhar olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın pek büyük ve pek parlak derece-i imanını ifade ediyor. Hem, mukaddes bir harita gibi, âlem-i âhiretin ve âlem-i rububiyetin yüksek hakikatlerini beyan eden, gayet büyük ve geniş ve âli olan hak dinin mertebe-i ulviyesini fıtrî bir tarzda ifade ediyor, ders veriyor. Hem Hâlık-ı Kâinatın, umum mevcudatın Rabbi cihetinde, hadsiz izzet ve haşmetiyle hitabını ifade ediyor. Elbette, bu suretteki ifade-i Furkan’a ve bu tarzdaki beyan-ı Kur’ân’a karşı,قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ اْلاِنْسُ وَالجِنُّ عَلٰۤى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لاَيَاْتُونَ بِمِثْلِهِ [“De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.” İsrâ Sûresi, 17:88.] sırrıyla bütün ukul-ü beşeriye ittihad etse, birtek akıl olsa dahi, karşısına çıkamaz, muaraza edemez. اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا [Yer nerede, Süreyyâ yıldızı nerede!] Çünkü, şu üç esas nokta-i nazarında, kat’iyen kàbil-i taklid değildir ve tanzir edilmez.
Önceki Risale: On Yedinci İşaret / Sonraki Risale: On Dokuzuncu Nükteli İşaret