Hem bir sinek, bir sene tamamen tavus suretini tasannusuz temâşâ ehline göstersin?

Hem sahtekâr, âmi bir nefer, namdar, âli bir müşirin tavrını takınsın, makamında otursun, çok zaman öyle kalsın, hilesini ihsas etmesin?

Hem müfteri, yalancı, itikadsız bir adam, müddet-i ömründe daima en sadık, en emin, en mutekid bir zâtın keyfiyetini ve vaziyetini en müdakkik nazarlara karşı telâşsız göstersin, dâhilerin nazarında tasannuu saklansın?

Bu ise yüz derece muhaldir; ona hiçbir zîakıl mümkün diyemez. Ve öyle de farz etmek, bedihî bir muhali vaki farz etmek gibi bir hezeyandır.

Aynen öyle de, Kur’ân’ı kelâm-ı beşer farz etmek, lâzım gelir ki, âlem-i İslâmın semâsında bilmüşahede pek parlak ve daima envâr-ı hakaiki neşreden bir yıldız-ı hakikat, belki bir şems-i kemâlât telâkki edilen Kitab-ı Mübînin hâşâ mahiyeti bir yıldız böceği hükmünde tasannucu bir beşerin hurafatlı bir düzmesi olsun. Ve en yakınında olanlar ve dikkatle ona bakanlar farkında bulunmasın. Ve onu daima âli ve menba-ı hakaik bir yıldız bilsin.

Bu ise yüz derece muhal olmakla beraber, sen ey Şeytan, yüz derece şeytanette ileri gitsen, buna imkân verdiremezsin, bozulmamış hiçbir aklı kandıramazsın. Yalnız mânen pek uzaktan baktırmakla aldatıyorsun; yıldızı, yıldız böceği gibi küçük gösteriyorsun.

Salisen: Hem, Kur’ân’ı beşer kelâmı farz etmek, lâzım gelir ki, âsârıyla, tesirâtıyla, netâiciyle âlem-i insaniyetin bilmüşahede en ruhlu ve hayatfeşan, en hakikatli ve saadetresan, en cemiyetli ve mucizbeyan, âli meziyetleriyle yaldızlı bir Furkanın gizli hakikati hâşâ muavenetsiz, ilimsiz birtek insanın sahtekâr, âdi fikrinin tasniâtı olsun ve yakından onu temâşâ eden ve merakla dikkat eden büyük zekâlar, ulvî dehâlar onda hiçbir zaman, hiçbir cihette sahtekârlık ve tasannu eserini görmesin; daima ciddiyeti, samimiyeti, ihlâsı bulsun.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Beşinci Mektup / Sonraki Risale: Yirmi Yedinci Mektup
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlem-i insaniyet : insanlık âlemi
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
âli : yüce, yüksek
âmi : basit, sıradan
âsâr : eserler
bedihî : ap açık
beşer kelâmı : insan sözü
bilmüşahede : gözle görüldüğü gibi
cemiyetli : geniş kapsamlı
dâhi : son derece zeki; dehâ ve hikmet sahibi
dehâ : olağanüstü zeka ve akıl sahibi kimse
envâr-ı hakaik : hakikat nurları
Furkan : doğru ile yanlışı birbirinden ayıran Kur’ân
hakikatli : gerçek, doğru
hâşâ : asla, kesinlikle öyle değil
hayatfeşan : hayat saçan
hezeyan : saçmalama
hurafat : batıl inanışlar; mânâsız sözler
ihlâs : içtenlik, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ihsas : hissettirme
itikadsız : inançsız
keyfiyet : özellik, nitelik
Kitâb-ı Mübîn : herşeyi açıkça beyan eden kitap, Kur’ân-ı Kerim
mahiyet : özellik, nitelik, esas
menba-ı hakaik : hakikatlerin kaynağı
mu’cizbeyan : açıklama ve anlatış tarzı mu’cize olan
muavenetsiz : yardımsız
muhal : olması imkansız şey
mutekid : inanmış, dindar
müdakkik : dikkatli, inceden inceye araştıran
müddet-i ömür : ömür süresi
müfteri : iftiracı
müşir : mareşal
namdar : şan ve şöhret sahibi
nazar : bakış, dikkat
nefer : asker, er
neşretmek : yaymak
netâic : neticeler, sonuçlar
saadetresan : mutluluğa ulaştıran
salisen : üçüncü olarak
suret : şekil, görüntü
şems-i kemâlât : kemâlât güneşi, her türlü mükemmelliğin kaynağı
tasannu : yapmacık hareket, zorla birşeyi daha iyi göstermeye çalışma
tasniât : uydurmalar
telâkki etmek : kabul etmek
temâşâ eden : hayranlıkla seyreden
temâşâ ehli : gözlemci, gözetleyen
tesirât : tesirler, etkiler
ulvî : yüksek
vaki : olmuş
yıldız-ı hakikat : hakikat yıldızı
zîakıl : akıl sahibi
Yükleniyor...