Yalnız cebirle değil, belki velâyet kuvvetinden gelen bir arzuyla imtizaç ettiği için, ehl-i imanın bir kısmı o arzuya kapılıp hoş görüyorlar, çok fena telâkki etmiyorlar.

İşte bu iki sırrı hissettiğim vakit dehşet aldım. “Fesübhânallah” dedim. “Tarik-i haktan başka velâyet bulunabilir mi? Hususan müthiş bir cereyan-ı dalâlete ehl-i hakikat taraftar çıkar mı?” dedim.

Sonra, bir mübarek Arefe gününde, müstahsen bir âdet-i İslâmiyeye binaen Sûre-i İhlâsı yüzer defa tekrar ederek okuyup, onun bereketiyle, “Mühim bir suale cevap” namında yazılan mesele ile beraber şöyle bir hakikat dahi rahmet-i İlâhiye ile kalb-i âcizâneme gelmiş. Hakikat şudur ki:

Sultan Mehmed Fatih’in zamanında hikâye edilen meşhur ve mânidar Cibali Baba kıssası nev’inden olarak, bir kısım ehl-i velâyet, zâhiren muhakemeli ve âkıl görünürken, meczupturlar.

Ve bir kısmı dahi, bazan sahvede ve daire-i akılda görünür, bazan aklın ve muhakemenin haricinde bir hale girer. Şu kısımdan bir sınıfı, ehl-i iltibastır, tefrik etmiyor.

Sekir halinde gördüğü bir meseleyi hâlet-i sahvede tatbik eder, hata eder ve hata ettiğini bilmez. Meczupların bir kısmı ise, indallah mahfuzdur, dalâlete sülûk etmez.

Diğer bir kısmı ise mahfuz değiller; bid’at ve dalâlet fırkalarında bulunabilirler. Hattâ kâfirler içinde bulunabileceği ihtimal verilmiş.

İşte, muvakkat veya daimî meczup olduklarından, mânen “mübarek mecnun” hükmünde oluyorlar.

Ve mübarek ve serbest mecnun hükmünde oldukları için, mükellef değiller.

Ve mükellef olmadıkları için muahaze olunmuyorlar.

Kendi velâyet-i meczubâneleri bâki kalmakla beraber, ehl-i dalâlete ve ehl-i bid’aya taraftar çıkarlar, mesleklerine bir derece revaç verip, bir kısım ehl-i imanı ve ehl-i hakkı, o mesleğe girmeye meş’ûmâne bir sebebiyet verirler.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Üçüncü Mebhas
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âdet-i İslâmiye : İslâmî gelenek
âkıl : akıllı
Arefe : bayramdan bir önceki gün
bâki : devamlı ve kalıcı
bid’at : aslen dinde olmayıp sonradan ortaya çıkan yeni âdet ve uygulamalar, şeyler
binaen : dayanarak
cebir : zorlama
cereyan-ı dalâlet : inançsızlık akımı
daire-i akıl : akıl dairesi
dalâlet : hak yoldan sapkınlık, inkârcılık
ehl-i bid’a : dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışanlar
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapan kimseler
ehl-i hak : hak ve doğru yolda olan kimseler
ehl-i hakikat : doğru ve hak yolda olan kimseler
ehl-i iltibas : hak ile batılı karıştıran kimseler
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
ehl-i velâyet : veli kullar, Allah dostları
fena : kötü
fesübhânallah : “Allah’ı her türlü kusur, ayıp ve eksiklerden tenzih ederim” mânâsında kullanılan bir ifade, daha çok hayret ifadesi için kullanılır
fırka : grup
hakikat : gerçek ve doğru
hâlet-i sahve : kendinden geçme hâlinin sona ermesi
hususan : özellikle
imtizaç : birbiriyle karışma, kaynaşma
indallah : Allah’ın yanında
kâfir : Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin olan şeylerden birini inkâr eden kimse
kalb-i âcizâne : aciz kalp (tevazu için kullanılan bir ifade)
kıssa : ibretli hikâye
mahfuz : saklı, korunmuş
mânen : mânevî yönden
mânidar : anlamlı
mecnun : deli, akılsız
meczup : cezbe halinde, kendinden geçmiş
meş’ûmâne : uğursuzca
muaheze : sorgulama, hesaba çekme
muhakemeli : akıl yürütebilen
muvakkat : geçici
mübarek : bereketli, hayırlı
mükellef : yükümlü
müstahsen : güzel karşılanan, beğenilen
nev’i : tür, çeşit
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti
revaç verme : yayma
sahve : uyanıklık hâli
sekir : mânâ alemindeki sarhoşluk
Sûre-i İhlâs : İhlâs Sûresi, Kur’ân-ı Kerimin 112. sûresi
sülûk etme : yol alma
tarik-ı hak : hak ve hakikat yolu
tefrik etme : birbirinden ayırma
telâkki etme : kabul etme
velâyet : velîlik
velâyet-i meczubâne : İlâhî aşkta kendinden geçmiş şekildeki evliyalık
zâhiren : dış görünüş açısından
Yükleniyor...