Demek, o Sâni-i Zülcelâl, iş başında işlerini hem göze, hem kulağa göstermek için, âyât-ı Kur’âniye ile, bir çekici zerreye vuruyor; aynı âyetin diğer kelimesiyle, o çekici şemse vuruyor, merkezine çakar gibi ulvî üslûpla vahdâniyeti ayn-ı ehadiyet içinde ve nihayet celâli nihayet cemâl içinde ve nihayet azameti nihayet hafâ içinde ve nihayet vüs’ati nihayet dikkat içinde ve nihayet haşmeti nihayet rahmet içinde ve nihayet bu’diyeti nihayet kurbiyet içinde gösterir. Muhal telâkki edilen cem-i ezdâdın en uzak mertebesini, vâcip derecesindeki bir suretini ifade eder, ispat edip gösterir. İşte bu tarz ifadesi ve üslûbudur ki, en harika edipleri, belâğatine secde ettiriyor. Hem meselâ,

وَمِنْ اٰيَاتِهِ اَنْ تَقُومَ السَّمَاۤءُ وَاْلاَرْضُ بِاَمْرِهِ ثُمَّ اِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةً مِنَ اْلاَرْضِ اِذَاۤ اَنْتُمْ تَخْرُجُونَ 1

âyetiyle, şöyle bir üslûb-u âli ile saltanat-ı rububiyetindeki haşmeti gösterir. Şöyle ki:

“Gökler ve zemin, iki mutî kışla hükmünde ve iki muntazam ordu merkezi suretinde, tek bir emirle veya boru gibi bir işaretle, o iki kışlada fenâ ve adem perdesinde yatan mevcudat, o emre kemâl-i sür’atle ve itaatle ‘Lebbeyk’ deyip meydan-ı haşir ve imtihana çıkarlar.”

İşte, haşir ve kıyameti ne kadar mu’cizâne bir üslûb-u âli ile ifade edip ve o dâvânın içinde bir delil-i iknâiye işaret ediyor ki:

Bilmüşahede, nasıl ki zeminin cevfinde saklanmış ve ölmüş hükmündeki tohumlar ve cevv-i semâda, ademde ve küre-i havaiyede dağılmış, saklanmış katreler, nasıl kemâl-i intizam ve sür’atle haşrolup her baharda meydan-ı tecrübe ve imtihana çıkıyorlar; zeminde hububat, semâda katarat her vakit bir mahşer-nümun suretini alırlar.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Yine Onun âyetlerindendir ki, gök ve yer Onun emriyle ayakta durur. Sonra O sizi bir emirle çağırdığında derhal kabirlerinizden çıkarsınız.” Rum Sûresi, 30:25.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Sekizinci Mektup / Sonraki Risale: Otuzuncu Mektup
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adem : yokluk, hiçlik
alâmet-i farika : ayırt edici işaret
âyât-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın âyetleri
ayn-ı ehadiyet : ehadiyetin, birliğin ta kendisi, Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi
azamet : büyüklük, yücelik
bâtınî : görünmeyen, iç
belâgat : sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
bilmüşahede : görüldüğü gibi
bu’diyet : uzaklık
celâl : büyüklük, azamet, haşmet
cemâl : sonsuz güzellik
cem-i ezdâd : zıtların biraraya gelmesi
cevf : iç, karın
delil-i iknâiye : ikna edici, inandırıcı delil
edip : ebediyatçı
fenâ : yok oluş, ölümlülük
hadsiz : sınırsız, sonsuz
hafâ : gizlilik
haşir : öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
haşmet : büyüklük, heybet, görkem
kemâl-i sür’atle : çok hızlı bir şekilde
kurbiyet : yakınlık
Lebbeyk : “buyurun, emredin efendim”
mevcudat : varlıklar
meydan-ı haşir : haşir meydanı; öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip hesap vermek için toplanılacak olan meydan
mu’cizâne : mucizevi bir şekilde
muhal : imkânsız
muntazam : düzenli, intizamlı
mutî : emre uyan, itaatkâr
nihayet : son derece
rahmet : merhamet, şefkat
saltanat-ı rububiyet : kâinatı terbiye ve idare eden Allah’ın herşeyi kuşatan egemenliği
Sâni-i Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve her şeyi san’atla yaratan Allah
suret : biçim, şekil
şems : güneş
telâkki etmek : anlamak, kabul etmek
ulvî : yüksek, yüce
üslûb-u âli : yüksek ifade tarzı
vâcip : zorunlu, gerekli
vahdâniyet : Allah’ın bir ve tek olup ortağının olmayışı
vüs’at : genişlik
zahirî : açık, görünürde
zemin : yer, dünya
zerre : atom
Yükleniyor...