“Zât-ı Vâcibü’l-Vücud” kaydı ise, vücub-u vücud, ulûhiyetin lâzım-ı zarurîsi ve Zât-ı Zülcelâle karşı bir ünvan-ı mülâhaza olduğundan, lâfzullah sair esmâ ve sıfâta câmiiyeti ve İsm-i Âzam olduğu itibarıyla, delâlet-i iltizamiye ile delâlet ettiği gibi, “Vâcibü’l-Vücud” ünvanına dahi o delâlet-i iltizamiye ile delâlet ediyor.

İşte, اَلْحَمْدُ ِللّٰهِ cümlesinin en kısa ve ulema-yı Arabiyece müttefekun aleyh bir mânâ-yı zâhirîsi şöyle olursa, başka bir lisana o i’câz ve kuvvetle nasıl tercüme edilebilir?

Hem elsine-i âlem içinde lisan-ı nahvî, Arabîden başka birtek lisan var; o da hiçbir vakit Arap lisanının câmiiyetine yetişemez.

Acaba o câmi ve i’câzdârâne olan lisan-ı nahvî ile mucizekârâne bir surette ve her ciheti birden bilir, irade eder bir ilm-i muhit içinde zuhur eden kelimât-ı Kur’âniye, sair elsine-i terkibiye ve tasrifiye vasıtasıyla, zihni cüz’î, şuuru kısa, fikri müşevveş, kalbi karanlıklı bazı insanların kelimât-ı tercümiyesi nasıl o mukaddes kelimat yerini tutabilir?

Hattâ diyebilirim ve belki ispat edebilirim ki, herbir harf-i Kur’ân, bir hakaik hazinesi hükmüne geçer; bazan birtek harf, bir sahife kadar hakikatleri ders verir.

ALTINCI NÜKTE

Bu mânâyı tenvir için, kendi başımdan geçmiş nurlu bir hali ve hakikatli bir hayali söylüyorum. Şöyle ki:

Bir vakit اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ 1 deki nun-u mütekellim-i maalgayri düşündüm ve mütekellim-i vahde sıygasından نَعْبُدُ 2 sıygasına intikalin sebebini kalbim aradı. Birden, namazdaki cemaatin fazileti ve sırrı, o nun’dan inkişaf etti.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.
2 : Kulluk ederiz.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Sekizinci Mektup / Sonraki Risale: Otuzuncu Mektup
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

delâlet etmek : işaret etmek, sözün kullanılmış olduğu asıl anlamı göstermek
delâlet-i iltizâmiye : bir lâfzın vazolunduğu mânânın lâzımına zorunlu olarak işaret etmesi. Meselâ “ilâh” sözü zorunlu olarak “doğmamış, doğurmamış” mânâsına işaret eder
elsine-i âlem : dünya dilleri
elsine-i terkibiye ve tasrifiye : kök üzerine hace ilâveli ve fiil çekimli diller
esmâ : Allah’ın isimleri
hakaik : doğru gerçekler
hakikat : doğru gerçek
harf-i Kur’ân : Kur’an harfi
has : özel
i’câz : mu’cize oluş
i’câzdarâne : mu’cize suretinde
ihtisas : kendine ait yapma, kendine özel kılma
ilm-i muhit : herşeyi içine alan ilim
İsm-i Âzam : Cenâb-ı Hakkın isimlerinden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı
istihkak : lâyık olma, hak etme
itibarıyla : özelliğiyle
kelimât : kelimeler, sözler
kelimât-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın kelimeleri
kelimât-ı tercümiye : tercümede kullanılan kelimeler
lâfzullah : “Allah” lâfzı, kelimesi
lâzım-ı zarurî : zorunlu gerek
lillâh : Allah için
lisan : dil
lisân-ı nahvî : sarf nahiv ve belâğat kurallarına tâbi olan dil
mânâ-yı zâhirî : görünen mânâ, anlaşılan açık mânâ
mu’cizekârâne : mucizeli bir şekilde
mukaddes : her türlü çirkinlikten ve eksiklikten arınmış, kutsal
müstehak : lâyık, hak etmiş
müşevveş : dağınık, karışık
müttefekun aleyh : üzerinde birleşilmiş
nükte : ince ve anlamlı söz
sair : diğer, başka
sıfât : nitelikler, özellik
suret : biçim, şekil
şuur : bilinç, anlayış, idrak
tenvir : aydınlatma
ulema-yı Arabiye : Arap dil bilimcileri ve edebiyatçıları
ulûhiyet : ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma, İlâhlık
ünvan-ı mülâhaza : birşeyin hakikatını düşünebilmek için geçici olarak konulan isim ve vasıta
vücub-u vücud : Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
Zât-ı Vâcibü’l-Vücud : varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Zât, Allah
Zât-ı Zülcelâl : sonsuz büyüklük ve azamet sahibi olan Zât, Allah
zuhur : belirme, görünme
Yükleniyor...