İkinci daire: Baktım, umum mevcudat, bir salât-ı kübrâda, bir tesbihât-ı uzmâda, her taife kendine mahsus salâvat ve tesbihatla meşgul bir cemaat içindeyim. “Vezâif-i eşya” tabir edilen hidemât-ı meşhude, onların ubûdiyetlerinin ünvanlarıdır. O halde Allahu ekber deyip hayretten başımı eğdim, nefsime baktım:

Üçüncü bir daire içinde, hayret-engiz, zâhiren ve keyfiyeten küçük, hakikaten ve vazifeten ve kemiyeten büyük, bir küçük âlemi gördüm ki, zerrât-ı vücudiyemden tâ havâss-ı zâhiriyeme kadar, taife taife vazife-i ubûdiyetle ve şükrâniye ile meşgul bir cemaat gördüm. Bu dairede, kalbimdeki lâtife-i Rabbâniyem, اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ1 o cemaat namına diyor. Nasıl, evvelki iki cemaatte de lisanım o iki cemaat-i uzmâyı niyet ederek demişti.

Elhasıl, نَعْبُدُ nun’u şu üç cemaate işaret ediyor.

İşte bu halette iken, birden Kur’ân-ı Hakîmin tercümanı ve mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın, Medine-i Münevvere denilen mânevî minberinde, şahsiyet-i mâneviyesi haşmetiyle temessül ederek, يَاۤ اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمْ 2 hitabını, mânen herkes gibi ben de işitip, o üç cemaatte herkes benim gibi اِيَّاكَ نَعْبُدُ ile mukabele ediyor tahayyül ettim. اِذَا ثَبَتَ الشَّىْءُ ثَبَتَ بِلَوَازِمِهِ 3 kaidesince, şöyle bir hakikat fikre göründü ki:

Madem bütün âlemlerin Rabbi, insanları muhatap ittihaz edip umum mevcudatla konuşur; ve şu Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o hitab-ı izzeti, nev-i beşere, belki umum zîruha ve zîşuura tebliğ ediyor. İşte, bütün mazi ve müstakbel, zaman-ı hazır hükmüne geçti; bütün nev-i beşer bir mecliste, safları muhtelif bir cemaat şeklinde olarak, o hitap, o suretle onlara ediliyor.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.
2 : “Ey insanlar, Rabbinize kulluk edin.” Bakara Sûresi, 2:21.
3 : Birşey sabit olduğunda, bütün levazımatıyla birlikte sabit olur.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Sekizinci Mektup / Sonraki Risale: Otuzuncu Mektup
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
Allahu ekber : “Allah en büyüktür”
cemaat-i uzmâ : büyük cemaat, topluluk
elhasıl : kısaca, özetle
hakikat : doğru gerçek
hakikaten : gerçekten
haşmet : büyüklük, heybet, görkem
havâss-ı zahiriye : zahirî duyular, beş duyu organı
hayret-engiz : hayret verici
hidemât-ı meşhude : görülen hizmetler
ittihaz etmek : edinmek, kabul etmek
kaide : kural, prensip
kemiyeten : sayıca, nicelik itibariyle
keyfiyeten : nitelik ve özellik bakımından
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
lâtife-i Rabbaniye : İlâhî hakikatleri hisseden ve mânevî zevkleri alan his, duygu; kalp
lisan : dil
mahsus : has, özel
mânen : mânevî yönden
mevcudat : varlıklar
minber : câmide hutbe okunan yer
muhatap : hitap edilen
mukabele etmek : karşılık vermek
mübelliğ : tebliğ edici, bildirici
nefis : kişinin kendisi
Rab : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve hâkimiyeti altında bulunduran Allah
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
salât-ı kübrâ : en büyük namaz, dua ve niyaz
salâvat : namazlar, dualar
şahsiyet-i mâneviye : mânevî şahsiyet, kişilik
tahayyül etmek : hayal etmek
taife : grup, topluluk
temessül etmek : belirmek, görünmek
tesbihat : tesbihler; Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tesbihât-ı uzmâ : büyük tesbihât; bütün varlıkların Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmaları
ubûdiyet : kulluk, ibadet
umum : bütün, genel olarak
vazife-i ubûdiyet ve şükrâniye : kulluk ve şükür vazifesi
vazifeten : görevli olarak
vezâif-i eşya : eşyanın vazifeleri
zâhiren : görünürde
zerrât-ı vücudiye : vücudun hücreleri; atomları
Yükleniyor...