İşte, aynen bu misal gibi, âlem-i İslâm ve Asya, muazzam bir camidir. Ve içinde ehl-i iman ve ehl-i hakikat, o camideki muhterem cemaattir.

O haylâz çocuklar ise, çocuk akıllı dalkavuklardır. O serseri ahlâksızlar, frenkmeşrep, milliyetsiz, dinsiz heriflerdir.

Ecnebî seyircileri ise, ecnebîlerin naşir-i efkârı olan gazetecilerdir.

Herbir Müslüman, hususan ehl-i fazl ve kemal ise, bu camide, derecesine göre bir mevkii olur, görünür, nazar-ı dikkat ona çevrilir.

Eğer İslâmiyetin bir sırr-ı esası olan ihlâs ve rıza-yı İlâhî cihetinde, Kur’ân-ı Hakîmin ders verdiği ahkâm ve hakaik-i kudsiyeye dair harekât ve a’mâl ondan sudur etse, lisan-ı hali mânen âyât-ı Kur’âniyeyi okusa, o vakit mânen âlem-i İslâmın herbir ferdinin vird-i zebânı olan اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ 1 duasında dahil olup hissedar olur ve umumuyla uhuvvetkârâne alâkadar olur.

Yalnız, hayvânât-ı muzırra nev’inden bazı ehl-i dalâletin ve sakallı çocuklar hükmündeki bazı ahmakların nazarlarında kıymeti görünmez.

Eğer o adam, medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı iftihar bildiği bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinad telâkki ettiği Selef-i Sâlihînin cadde i nuranîlerini terk edip, heveskârâne, hevâperestâne, riyâkârâne, şöhretperverâne, bid’akârâne işlerde ve harekâtta bulunsa, mânen bütün ehl-i hakikat ve ehl-i imanın nazarında en alçak mevkie düşer. اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ فَاِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللّٰهِ 2 sırrına göre, ehl-i iman ne kadar âmi ve cahil de olsa, aklı derk etmediği halde, kalbi öyle hodfuruş adamları görse soğuk görür, mânen nefret eder.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Allahım, erkek, kadın bütün mü’minleri mağfiret et.
2 : “Mü’minin ferasetinden sakının; çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” Tirmizî, Tefsiru Sûre 15:6; Ebû Nuaym, Hılyetü’l-Evliyâ, 4:94; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 10:268; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:42.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

a’mâl : ameller, işler
ahkâm : hükümler, esaslar
alâkadar : alâkalı, ilgili
âlem-i İslâm : İslâm âlemi
âmi : basit, sıradan
âyât-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın âyetleri
bid’akârâne : dine zarar verecek yeni âdetleri dine maletmeye çalışarak
cadde-i nuranî : nurlu cadde, yol
cihet : yön, taraf
dalkavuk : maddî ve şahsî menfaatleri için her türlü zilleti, soytarılığı yapan adam
derk etmek : anlamak
ecdad : cedler, atalar
ecnebî : yabancı, Müslüman olmayan
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapmış olanlar, inançsız kimseler
ehl-i fazl ve kemâl : fazilet ve kemâl sahibi olanlar
ehl-i hakikat : gerçeği ve doğruyu esas alanlar
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
frenkmeşrep : Batıya özenen, yaşam tarzını Avrupalılara benzeten
hakâik-ı kudsiye : mukaddes gerçekler
harekât : hareketler, davranışlar
haylâz : yaramaz, serseri
hayvânât-ı muzırra : zararlı hayvanlar
hevâperestâne : nefsin isteklerine düşkün bir şekilde
heveskârâne : hevesine düşkün bir şekilde
hissedar : ortak, pay sahibi
hodfuruş : kendini satan
hususan : özellikle
ihlâs : samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
lisan-ı hal : hâl ve beden dili
mânen : mânevî olarak
medar-ı iftihar : övünç kaynağı, vesilesi
medar-ı şeref : şeref kaynağı
mevki : yer, konum
muazzam : azametli, çok büyük
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer
naşir-i efkâr : fikirleri neşreden, yayan temsilci
nazar-ı dikkat : dikkatli bakışlar
nev’i : tür, çeşit
nokta-i istinad : dayanak noktası
rıza-yı İlâhî : Allah’ın rızası
riyâkârâne : gösteriş yaparcasına
Selef-i Salihîn : ilk devir İslâm büyükleri
sırr-ı esas : esas sır, asıl hakikat
sudur etme : çıkma
şöhretperverâne : şöhretli olmayı severek
telâkki etmek : anlamak, kabul etmek
uhuvvetkârâne : kardeşçesine
vird-i zebân : dillerde sürekli tekrarlanan zikir
Yükleniyor...