İleride, dünyadaki müthiş ehval ve ahvâle karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i İslâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba, alâkaları pek az olduğu terakkiyât-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i mâneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz, sırf maddî, felsefî düsturların taliminde midir?

Eğer insan bir cesed-i hayvânîden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı, belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu firengî usul, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaati verebilirdi.

Madem ki o masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, madem ki insandırlar. Elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük maksatlar tevellüt edecek.

Madem hakikat böyledir; onlara şefkatin muktezası, gayet derecede fakr ve aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı, kalblerinde iman-ı billâh ve iman-ı bil’âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır.

Onlara şefkat ve merhamet bununla olur. Yoksa, divane bir validenin, veledini bıçakla kesmesi gibi, hamiyet-i milliye sarhoşluğuyla, o biçare masumları mânen boğazlamaktır. Cesedini beslemek için beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nev’inden, vahşiyâne bir gadirdir, bir zulümdür.

Beşinci taife fakirler ve zayıflar taifesidir. Acaba, hayatın ağır tekâlifini fakirlik vasıtasıyla elîm bir tarzda çeken fakirlerin ve hayatın müthiş dağdağalarına karşı çok müteessir olan zayıfların hamiyet-i milliyeden hisseleri yok mudur?

Bu biçarelerin ye’sini ve elemini arttıran ve sefih bir kısım zenginlerin mel’abe-i hevesâtı ve zalim bir kısım kavîlerin vesile-i şöhret ve şekaveti olan frenkmeşrebâne ve perde-bîrûnâne ve firavunâne medeniyetperverlik namı altında yaptığınız harekâtta mıdır?

Bu biçare fukaraların fakirlik yarasına merhem ise, unsuriyet fikrinden değil, belki İslâmiyetin eczahane-i kudsiyesinden çıkabilir. Zayıfların kuvveti ve mukavemeti, karanlık ve tesadüfe bağlı, şuursuz, tabiî felsefeden alınmaz; belki hamiyet-i İslâmiye ve kudsî İslâmiyet milliyetinden alınır.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acz : acizlik, güçsüzlük
ahvâl : haller, davranışlar
biçare : çaresiz, zavallı
cesed-i hayvânî : canlı beden, cesed, vücut
dağdağa : sıkıntı, ıstırap
divane : akılsız, deli
dünyevî : dünyaya ait
düstur : kural, prensip
ehval : korkular
elîm : acı ve sıkıntı veren
fakr : fakirlik, muhtaçlık
felsefî : felsefeye ait
Firavunâne : Firavun gibi
firengî : Batıya ait, Batıyla ilgili
frenkmeşrebâne : Avrupa ahlâkını örnek alırcasına
gadir : zulüm, acımasızlık
gayet : çok
hakikat : gerçek
Hâlık : yaratıcı, herşeyi yaratan Allah
hamiyet-i milliye : millî onur ve haysiyet; millet için, milli gayeler uğruna fedakarlıkta bulunma ve milli duygu ve hislerin muhafazası için çaba harcama
iman-ı bil’âhiret : ahirete iman
iman-ı billâh : Allah’a iman
inbisat : genişleme, yayılma
inkişaf : açığa çıkma
istidat : kabiliyet, yetenek
kavî : güçlü, kuvvetli
kudret : Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
kuvve-i mâneviye : mânevî kuvvet, moral gücü
mânen : mânevî yönden
masum : suçsuz, günahsız
medeniyetperver : medeniyet sever, çağdaşçılık
mel’abe-i hevesât : heveslerin oyuncağı
merhametkâr : merhametli, şefkatli
mes’udâne : mutlu bir şekilde
mukteza : gereklilik
muvakkaten : geçici olarak
müştakane : çok arzulu ve istekli bir şekilde
müteessir : etkilenen, üzüntülü
nam : ad, isim, ünvan
nev’i : tür, çeşit
nokta-i istimdad : yardım alınacak merci, yer
nokta-i istinad : dayanak noktası
perde-bîrûnâne : edepsizce, edep ve haya perdesini yırtarcasına
sefih : yasak zevk ve eğlencelere aşırı düşkün olan
suret : biçim, görünüş
şekavet : mutsuzluk, sıkıntı
taife : grup, topluluk
talim : öğretme, eğitme
tekâlif : yükümlülükler, sorumluluklar
telkinat : zihinde yer ettirmeler, aşılamalar
terakkiyât-ı medeniye : teknolojik ilerlemeler
terbiye-i medeniye : medeniyetin verdiği eğitim
terbiye-i milliye : milli eğitim
teslim-i İslâmî : İslâma teslim olma, bağlanma
tevekkül-ü îmânî : îmandan gelen tevekkül, teslimiyet
tevellüt : doğma, meydana gelme
vahşiyâne : vahşice
vesile-i şöhret : şan, şöhret vesilesi
ye’s : ümitsizlik
Yükleniyor...