İşte bu sırra binaendir ki, muhabbet ayağıyla marifetullaha teveccüh eden zatlar, şübehâta ve itirâzâta kulak vermezler, ucuz kurtulurlar. Binler şeytan toplansa, onların Mahbub-u Hakikîsinin kemâline işaret eden bir emâreyi, onların nazarında iptal edemez.

Eğer muhabbet olmazsa, o vakit kendi nefsi ve şeytanı ve haricî şeytanların ettikleri itirazat içinde çok çırpınacak. Kahramancasına bir metanet ve kuvvet-i iman ve dikkat-i nazar lâzımdır ki kendisini kurtarsın.

İşte bu sırra binaendir ki, umum merâtib-i velâyette marifetullahtan gelen muhabbet, en mühim maya ve iksirdir.

Fakat muhabbetin bir vartası var ki: Ubûdiyetin sırrı olan niyazdan, mahviyetten, naza ve dâvâya atlar, mizansız hareket eder. Mâsivâ-yı İlâhiyeye teveccühü hengâmında mânâ-yı harfîden mânâ-yı ismîye geçmesiyle, tiryak iken zehir olur.

Yani, gayrullahı sevdiği vakit, Cenâb-ı Hak hesabına ve Onun namına, Onun bir âyine-i esmâsı olmak cihetiyle rapt-ı kalb etmek lâzımken, bazan o zâtı, o zat hesabına, kendi kemâlât-ı şahsiyesi ve cemâl-i zâtîsi namına düşünüp, mânâ-yı ismiyle sever.

Allah’ı ve Peygamberi düşünmeden yine onları sevebilir. Bu muhabbet, muhabbetullaha vesile değil, perde oluyor. Mânâ-yı harfî ile olsa, muhabbetullaha vesile olur, belki cilvesidir denilebilir.

ÜÇÜNCÜ NOKTA: Bu dünya dârü’l-hikmettir, dârü’l-hizmettir; dârü’l-ücret ve mükâfat değil. Buradaki a’mâl ve hizmetlerin ücretleri berzahta ve âhirettedir. Buradaki a’mâl berzahta ve âhirette meyve verir.

Madem hakikat budur; a’mâl-i uhreviyeye ait neticeleri dünyada istememek gerektir. Verilse de, memnunâne değil, mahzunâne kabul etmek lâzımdır.

Çünkü, Cennetin meyveleri gibi, kopardıkça yerine aynı gelmek sırrıyla bâki hükmünde olan amel-i uhrevî meyvesini, bu dünyada fâni bir surette yemek, kâr-ı akıl değildir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

a’mâl : ameller, işler
a’mâl-i uhreviye : âhirete ait ameller, işler, fiiller
amel-i uhrevî : âhirete ait amel
âyine-i esmâ : Allah’ın isimlerini gösteren ayna, varlıklar
bâki : devamlı ve kalıcı
berzah : kabir âlemi
binaen : dayanarak
cemâl-i zâtî : zâtında olan güzellik
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
cihet : taraf, yön
cilve : görünme, yansıma
dârü’l-hikmet : hikmet yeri; işlerin bir sebebe ve zamana bağlı olarak yapıldığı yer olan dünya
dârü’l-hizmet : hizmet yeri
dârü’l-ücret ve mükâfat : ücret ve ödül yeri
dâvâ : iddia
dikkat-i nazar : dikkatli bakış
emâre : belirti, iz
fâni : geçici olan, ölümlü
gayrullah : Allah’tan gayrisi, yaratılan her şey
hakikat : asıl, esas, gerçek mahiyet
hengâm : ân, zaman
iksir : kuvvetli ilaç
itirâzât : itirazlar, karşı gelmeler
kemâl : kusursuzluk, mükemmellik
kemâlât-ı şahsiye : şahsî olgunluklar, faziletler, güzellikler
kuvvet-i iman : imanın kuvveti, gücü
Mahbûb-u Hakikî : sevilen ve gerçek anlamda sevilmeye lâyık olan Allah
mahviyet : tevazu, alçak gönüllülük
mahzunâne : mahzun ve üzgün bir şekilde
mânâ-yı harfî : bir şeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bilip tanıtan mâna
mânâ-yı ismî : bir şeyin sahibine değil de, bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı
marifetullah : Allah’ı bilme ve tanıma
mâsivâ-yı İlâhiye : Cenâb-ı Hakkın yaratıkları Varlıklar
memnunâne : memnun bir şekilde
merâtib-i velayet : evliyalık mertebeleri, dereceleri
metanet : sağlamlık, kararlılık
muhabbet : sevgi
muhabbetullah : Cenâb-ı Hakka duyulan sevgi
nam : ad, isim, ünvan
nazar : bakış, dikkat
nefis : insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet
niyaz : dua etme, yalvarıp yakarma
rapt-ı kalb : kalben bağlanma
suret : biçim, şekil
şübehat : şüpheler, tereddütler
teveccüh etme : yönelme
tiryak : derman, ilaç
ubudiyet : Allah’a kulluk, ibadet
umum : bütün, genel
varta : tehlike, bataklığa düşme
Yükleniyor...