Sual: Âhirzamanda Hazret-i Mehdî geleceğine ve fesada girmiş âlemi ıslah edeceğine dair1 müteaddit rivâyât-ı sahiha var. Halbuki şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dâhi ve hattâ yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı mânevîsini temsil etmezse, muhalif bir cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı mağlûptur. Şu zamanda, kuvvet-i velâyeti ne kadar yüksek olursa olsun, böyle bir cemaat-i beşeriyenin ifsâdât-ı azîmesi içinde nasıl ıslah eder? Eğer Mehdînin bütün işleri harika olsa, şu dünyadaki hikmet-i İlâhiyeye ve kavânin-i âdetullaha muhalif düşer. Bu Mehdî meselesinin sırrını anlamak istiyoruz.

Elcevap: Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş.

Madem âdeti öyle cereyan ediyor. Âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zat da ehl-i beyt-i Nebevîden olacaktır. Cenâb-ı Hak bir dakika zarfında beyne’s-semâ ve’l-arz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder. Ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin nümunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadîr-i Zülcelâl, Mehdî ile de âlem-i İslâmın zulümatını dağıtabilir. Ve vaad etmiştir; vaadini elbette yapacaktır.

Kudret-i İlâhiye noktasında bakılsa, gayet kolaydır. Eğer daire-i esbab ve hikmet-i Rabbâniye noktasında düşünülse, yine o kadar mâkul ve vukua lâyıktır ki, “Eğer Muhbir-i Sadıktan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lâzım gelir ve olacaktır” diye ehl-i tefekkür hükmeder. Şöyle ki:..

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Ebû Dâvûd, Mehdî, 7; Tirmizî, Fiten, 53; İbni Mâce, Fiten, 34; Kenzü’l-Ummal, 14:261-276.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhirzaman : dünya hayatının kıyamete yakın son devresi
âlem-i İslâm : İslâm âlemi
beyne’s-semâ ve’l-arz : yer ile gök arası
cereyan etme : meydana gelme
daire-i esbab : sebepler dairesi
din-i Ahmedî : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) dini, İslâmiyet
ebediyet : sonsuzluk
ehl-i beyt-i Nebevî : Peygamberimizin ailesine mensup ve soyundan olanlar
ehl-i tefekkür : tefekkür edenler, düşünenler
eser-i himayet : koruma, himaye etme eseri, belirtisi
fesad : bozukluk, karışıklık
fesad-ı ümmet : ümmetin fesada girmesi, bozulup iyi özelliklerini kaybetmesi
hâkim : hükmeden, idareci
halife-i zîşan : şanlı halife
hikmet-i Rabbâniye : Allah’ın herşeyi bir fayda ve gayeye yönelik olarak, anlamlı ve yerli yerinde yaratması
ıslah etme : iyileştirme
icad eden : vücuda getiren, yoktan yaratan
izale etmek : gidermek, ortadan kaldırmak
Kadîr-i Zülcelâl : kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah
kemâl-i rahmet : mükemmel ve kusursuz bir rahmet
Kudret-i İlâhiye : Cenâb-ı Allah’ın kudreti, güç ve iktidarı
kutb-u âzam : en büyük kutup; bir çok Müslümanın kendisine bağlandıkları büyük evliyadan zamanın en büyük yol göstericisi
muhafaza etme : koruma, saklama
Muhbir-i Sadık : doğru sözlü haber verici Peygamber Efendimiz (a.s.m.)
muslih : ıslah eden, iyileştiren, düzelten
mübarek : hayırlı
müceddid : yenileyici; sahih hadislerle her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini, asrın ihtiyacına göre ders veren peygamber vârisi olan âlim zât
müçtehid : âyet ve hadisler başta olmak üzere diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kabiliyetine sahip olan
mürşid : doğru yolu gösteren
mürşid-i ekmel : en mükemmel doğru yol gösterici
nevi : tür, çeşit
Rivayet : Peygamber Efendimiz’den (a.s.m.) duyulan bir haber veya hadisin aktarılması
şeriat-ı İslâmiye : İslâm şeriatı; Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyet
teskin etme : yatıştırma, sakinleştirme, dindirme
vaad : söz verme
vuku : meydana gelme
zarfında : içinde
zât-ı nuranî : nurani, nurlu zat
zulümat : karanlıklar
Yükleniyor...