Çünkü, kanaat etmeyip, senede birkaç tane buğday kâfi gelirken, elinden gelse binler taneyi toplar. Güya mübarek arı, kanaatinden dolayı başlar üstünde uçar. Kanaat ettiğinden, balı insanlara emr-i İlâhî ile ihsan eder, yedirir.

Evet, Zât-ı Akdesin alem-i zâtîsi ve en âzamî ismi olan lâfzullahtan sonra en âzam ismi olan Rahmân, rızka bakar. Ve rızıktaki şükürle ona yetişilir. Hem Rahmân‘ın en zâhir mânâsı, Rezzâktır.

Hem şükrün envâı var. O nevilerin en câmii ve fihriste-i umumiyesi, namazdır.

Hem şükür içinde sâfi bir iman var; hâlis bir tevhid bulunur. Çünkü, bir elmayı yiyen ve “Elhamdü lillâh” diyen adam, o şükürle ilân eder ki: “O elma doğrudan doğruya dest-i kudretin yadigârı ve doğrudan doğruya hazine-i rahmetin hediyesidir” demesiyle ve itikad etmesiyle, herşeyi, cüz’î olsun küllî olsun, Onun dest-i kudretine teslim ediyor. Ve herşeyde rahmetin cilvesini bilir. Hakikî bir imanı ve hâlis bir tevhidi, şükürle beyan ediyor.

İnsan-ı gafil, küfrân-ı nimetle ne derece hasârete düştüğünü, çok cihetlerden yalnız bir vechini söyleyeceğiz. Şöyle ki:

Lezzetli bir nimeti insan yese, eğer şükretse, o yediği nimet, o şükür vasıtasıyla bir nur olur, uhrevî bir meyve-i Cennet olur. Verdiği lezzetle, Cenâb-ı Hakkın iltifat-ı rahmetinin eseri olduğunu düşünmekle, büyük ve daimî bir lezzet ve zevk veriyor.

Bu gibi mânevî lübleri ve hülâsaları ve mânevî maddeleri ulvî makamlara gönderip, maddî ve tüflî (posa) ve kışrî, yani vazifesini bitiren ve lüzumsuz kalan maddeleri fuzulât olup aslına, yani anâsıra inkılâp etmeye gidiyor.

Eğer şükretmezse, o muvakkat lezzet, zevâl ile bir elem ve teessüf bırakır ve kendisi dahi kazurat olur. Elmas mahiyetindeki nimet, kömüre kalb olur. Şükürle, zâil rızıklar, daimî lezzetler, bâki meyveler verir.

Şükürsüz nimet, en güzel bir suretten, çirkin bir surete döner. Çünkü, o gafile göre rızkın âkıbeti, muvakkat bir lezzetten sonra fuzulâttır.
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âkıbet : son
âlem-i zatî : zâta özgü olan sembol, işaret
anâsır : unsurlar, elementler
âzam : büyük
âzamî : en büyük, kapsamlı
bâki : kalıcı
beyan etme : açıklama
câmi : kapsamlı, büyük, geniş
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah
cihet : yön, taraf
cilve : görünme, yansıma
cüz’î : küçük, ferdî
dest-i kudret : Allah’ın kudret eli
elem : acı, keder
elhamdü lillâh : “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”
emr-i İlâhî : Allah’ın emri
envâ : türler
fihriste-i umumiye : genel içerik
fuzulât : faydasız şeyler
gafil : Allah’ı düşünmeyen ve sorumluluklarından habersiz
hakikî : gerçek
hâlis : içten, samimi
hasâret : zarar, ziyan
hazine-i rahmet : rahmet hazinesi
hülâsa : öz, özet
ihsan etmek : bağışta bulunmak
iltifat-ı rahmet : Allah’ın sonsuz rahmet ve lütfuyla muamele etmesi
inkılâp etmek : dönüşmek
insan-ı gafil : âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan insan
itikad etmek : inanmak
kalb olmak : dönüşmek
kanaat : Allah’ın nasip ettiği rızka razı olma
kazurat : artık maddeler, pislikler
kışrî : kabuk
küfran-ı nimet : nimete karşı nankörlük
küllî : büyük ve kapsamlı; tür
lâfzullah : Allah lâfzı, kelimesi
lüb : öz
mahiyet : nitelik, özellik
meyve-i cennet : cennet meyvesi
muvakkat : geçici
nevi : tür, çeşit
Rahmân : kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah
Rezzâk : bütün yaratıkların rızıklarını veren Allah
sâfi : duru
suret : şekil, biçim
teessüf : üzüntü, keder
tevhid : birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
uhrevî : âhirete ait
ulvî : yüce
vecih : yön, yüz
yadigâr : hatıra, hediye
zâhir : açık, âşikar
zâil : yok olup gidici
Zât-ı Akdes : her türlü kusur ve noksandan yüce olan Zât, Allah
zeval : yok oluş
Yükleniyor...