Düşündüm ki, gecelerde gördüğüm yılanlar nev’indendir. Yani, gecelerde gördüğüm yılanlar ise, hıyanet niyetiyle her ne vakit bir memur yanıma gelse, onu yılan suretinde görüyordum. Hattâ bir defa müdüre söylemiştim: “Fena niyetle geldiğin vakit seni yılan suretinde görüyorum; dikkat et” demiştim. Zaten selefini çok vakit öyle görüyordum. Demek, şu zâhiren gördüğüm yılan ise, işarettir ki, hıyanetleri bu defa yalnız niyette kalmayacak, belki bilfiil bir tecavüz suretini alacak.

Bu defaki tecavüz, çendan zâhiren küçükmüş ve küçültülmek isteniliyordu. Fakat vicdansız bir muallimin teşvikiyle ve iştirakiyle o memurun verdiği emir, “Cami içinde namazın tesbihâtındayken o misafirleri getiriniz” diye jandarmalara emretmiş. Maksat da beni kızdırmak, Eski Said damarıyla bu fevkalkanun, sırf keyfî muameleye karşı, kovmakla mukabele etmekti. Halbuki o bedbaht bilmedi ki, Said’in lisanında Kur’ân’ın destgâhından gelen bir elmas kılıç varken, elindeki kırık odun parçasıyla müdafaa etmez; belki o kılıcı böyle istimal edecektir.

Fakat jandarmaların akılları başlarında olduğu için, hiçbir devlet, hiçbir hükûmet namazda, camide vazife-i diniye bitmeden ilişmediği için, namaz ve tesbihâtın hitâmına kadar beklediler. Memur bundan kızmış, “Jandarmalar beni dinlemiyorlar” diye kır bekçisini arkasından göndermiş. Fakat Cenâb-ı Hak beni böyle yılanlarla uğraşmaya mecbur etmiyor. İhvanlarıma da tavsiyem budur ki:

Zaruriyet-i kat’iye olmadan bunlarla uğraşmayınız. Cevâbü’l-ahmaki’s-sükût nev’inden, tenezzül edip onlarla konuşmayınız. Fakat buna dikkat ediniz ki, canavar bir hayvana karşı kendini zayıf göstermek, onu hücuma teşcî ettiği gibi, canavar vicdanı taşıyanlara karşı dahi dalkavukluk etmekle zaaf göstermek, onları tecavüze sevk eder. Öyle ise dostlar müteyakkız davranmalı, tâ dostların lâkaytlıklarından ve gafletlerinden, zındıka taraftarları istifade etmesinler.
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âyet-i kerime : şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi
bedbaht : kötü talihli, talihsiz
bilfiil : fiilen, uygulamada
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
cevâbü’l-ahmaki’s-sükût : ahmak olanın sözüne verilecek en iyi cevâp, susmaktır
çendan : gerçi, her ne kadar
dalkavuk : maddî birtakım çıkarları için her türlü alçaklığı yapan kişi
destgâh : tezgâh
ferman : buyruk, emir
fevkalkanun : kanun üstü, kanun dışı
gaflet : umursamazlık, vurdumduymazlık
hıyanet : ihanet, hainlik
hitâm : son
ihvân : kardeşler
istimal etmek : kullanmak
iştirak : ortaklık
lâkaytlık : ilgisizlik, duyarsızlık
lisan : dil
muallim : öğretmen
muamele : davranış, iş
mukabele etmek : karşılık vermek
müdafaa : savunma
müteyakkız : uyanık, dikkatli
nev’ : tür
selef : önceki
suret : biçim, görünüş
tecavüz : haddi aşma, ileri gitme
tenezzül etme : alçalma
tesbihât : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
teşci etme : cesaretlendirme
vazife-i diniye : dinî vazife
zaaf : zayıflık
zâhiren : görünürde
zaruriyet-i kat’iye : kesin bir zorunluluk
zındıka : dinsizlik, inançsızlık
Yükleniyor...