Yalnız İmam, o mektuplarında tavsiye ettiği gibi, çok mektuplarında musırrâne şunu tavsiye ediyor: “Tevhid-i kıble et.” Yani, “Birini üstad tut, arkasından git. Başkasıyla meşgul olma.”

Şu en mühim tavsiyesi, benim istidadıma ve ahvâl-i ruhiyeme muvafık gelmedi. Ne kadar düşündüm: Bunun arkasından mı, yoksa ötekinin mi, yoksa daha ötekinin mi arkasından gideyim? Tahayyürde kaldım. Herbirinde ayrı ayrı cazibedar hâsiyetler var; biriyle iktifâ edemiyordum.

O tahayyürde iken, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle kalbime geldi ki: Bu muhtelif turukların başı ve bu cetvellerin menbaı ve şu seyyarelerin güneşi Kur’ân-ı Hakîmdir. Hakikî tevhid-i kıble bunda olur. Öyle ise, en âlâ mürşid de ve en mukaddes üstad da odur.

Ona yapıştım. Nâkıs ve perişan istidadım elbette lâyıkıyla o mürşid-i hakikînin âb-ı hayat hükmündeki feyzini massedip alamıyor. Fakat ehl-i kalb ve sahib-i halin derecâtına göre, o feyzi, o âb-ı hayatı, yine onun feyziyle gösterebiliriz.

Demek, Kur’ân’dan gelen o Sözler ve o nurlar, yalnız aklî mesâil-i ilmiye değil, belki kalbî, ruhî, hâlî mesâil-i imaniyedir. Ve pek yüksek ve kıymettar maarif-i İlâhiye hükmündedirler.

DÖRDÜNCÜ NOKTA

Sahabelerden ve Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiînden en yüksek mertebeli velâyet-i kübrâ sahibi olan zâtlar, nefs-i Kur’ân’dan bütün letâiflerinin hisselerini aldıklarından ve Kur’ân onlar için hakikî ve kâfi bir mürşid olduğundan gösteriyor ki, her vakit Kur’ân-ı Hakîm, hakikatleri ifade ettiği gibi, velâyet-i kübrâ feyizlerini dahi ehil olanlara ifâza eder.

Evet, zâhirden hakikate geçmek iki suretledir:

Biri: Tarîkat berzahına girip, seyr ü sülûk ile kat-ı merâtip ederek hakikate geçmektir.

İkinci suret: Doğrudan doğruya, tarîkat berzahına uğramadan, lûtf-u İlâhî ile hakikate geçmektir ki, Sahabeye ve Tâbiîne has ve yüksek ve kısa tarik şudur. Demek, hakaik-i Kur’âniyeden tereşşuh eden nurlar ve o nurlara tercümanlık eden Sözler, o hassaya mâlik olabilirler ve mâliktirler.
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âb-ı hayat : hayat suyu
ahvâl-i ruhiye : ruh halleri, psikolojik haller ve durumlar
âlâ : yüce, üstün
berzah : geçit
cazibedar : cazibeli, çekici
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
derecât : dereceler
ehil : lâyık
ehl-i kalb : kalb ehli olanlar, kalb yoluyla mânevî olarak ilerleyenler
feyiz : mânevî gıda, bereket
hakikat : gerçek, asıl ve esas
hakikî : gerçek
hâlî : davranışla ilgili
hâsiyet : özellik
ifâza etme : feyizlendirme, bereketlendirme
iktifâ etme : yetinme
istidad : kabiliyet, yetenek
kâfi : yeterli
kalbî : kalble ilgili, kalbe ait
kat-ı meratip : mertebeleri aşma, yükselme
kıymettar : kıymetli, değerli
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
letâif : lâtifeler, insanın mânevî yapısındaki ince duygular
maarif-i İlâhiye : İlâhî bilgiler
massetmek : emmek
menba : kaynak
mesâil-i ilmiye : ilmî meseleler
mesâil-i imaniye : imanî meseleler
muhtelif : çeşitli, farklı
mukaddes : kutsal
musırrâne : ısrarlı bir şekilde
muvafık : uygun
mürşid : irşad edici, doğru yolu gösteren
mürşid-i hakikî : gerçek irşad edici, yol gösterici
nâkıs : eksik, noksan
nefs-i Kur’ân : Kur’ân’ı Kerimin kendisi
rahmet : merhamet ve şefkat
ruhî : ruhla ilgili, ruha ait
Sahabe : Hz. Peygamberi (a.s.m.) dünya gözüyle gören ve onun yolundan giden Müslümanlar
sahib-i hal : hâl ve keramet sahibi olan
seyr ü sülûk : İlâhî hakikatlere ulaşmak için bir rehberin öncülüğünde çıkılan mânevî yolculuk
seyyare : gezegen
suret : şekil
Tâbiin : Sahabeyi gören mü’minler
tahayyür : hayrete düşme, şaşırma
tarikat : tasavvuf adıyla Allah’ı tanımaya ve iman esaslarını inkişaf ettirerek insanı mânevî olgunluğa götüren yol
Tebe-i Tâbiîn : Tabiinleri görmüş veya onlardan ders almış Müslümanlar
tevhid-i kıble etme : tek bir yere yönelme, birini takip etme
turuk : yollar; tarîkatlar
velâyet-i kübrâ : en büyük velîlik
zâhir : görünürdeki
Yükleniyor...