Binaenaleyh, vasıtamüessir bilerek Müessir-i Hakikîden yaptığı gaflete ceza olarak necis hükmünü almıştır ki tâhir olsun. Çünkü hükümler, hadler, günahları affeder. Ve beynennâs tahkir darbesini, gaflete kefaret olarak yemiştir.

Öteki hayvanlar ise, vesaiti bilmiyorlar ve esbaba o kadar kıymet vermiyorlar. Meselâ, kedi seni sever, tazarru eder -senden ihsanı alıncaya kadar. İhsanı aldıktan sonra öyle bir tavır alır ki, sanki aranızda muârefe yokmuş ve kendilerinde sana karşı şükran hissi de yoktur. Ancak Mün’im-i Hakikîye şükran hisleri vardır. Çünkü, fıtratları Sânii bilir ve lisan-ı halleriyle ibadetini yaparlar- şuur olsun, olmasın. Evet, kedinin mırmırları “Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm”dir.

Nükte

Yine gördüm ki: Eğer herşey Cenâb-ı Hakka isnad edilmezse, bir ân-ı vahidde, gayr-ı mütenahî ilâhların ispatı lâzım gelir. Ve bütün zerrat-ı kâinattan daha çok olan şu ilâhların herbirisi, bütün ilâhlara hem zıd, hem misil olması lâzım geliyor. Ve aynı zamanda, herbirisi, bütün kâinata elini uzatmış, tasarrufatta bulunuyor gibi bir vaziyet alması lâzım gelir. Meselâ, balarısının bir ferdini yaratan bir kudretin hükmü, bütün kâinata cari ve nâfiz olması lâzımdır. Zîra, o balarısı kâinatın unsurlarına nümunedir, eczâsını kâinattan alıyor. Halbuki, vücut sahasında mahal ve makam, yalnız ve yalnız Vâcib-i Ehade mahsustur. Eğer eşya kendi nefislerine isnad edilirse, herbir zerreye bir ulûhiyet lâzımdır. Meselâ, Ayasofya’nın bânisi inkâr edildiği takdirde, herbir taşı bir Mimar Sinan olması lâzım geliyor. Öyleyse, kâinatın Sânie olan delâleti, kendi nefsine olan delâletinden daha vâzıh, daha zâhir, daha evlâdır. Öyleyse, kâinatın inkârı mümkün olsa bile, Sâniin inkârı mümkün değildir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Lâsiyyemalar / Sonraki Risale: Katrenin Zeyli
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ân-ı vahid : bir an, pek kısa bir süre
bâni : bina eden; mimar
beynennâs : insanlar arasında
binaenaleyh : bundan dolayı
cari : geçerli
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
darbe : vuruş; ceza
delâlet : delil olma, işaret etme
eczâ : parçalar, bölümler
esbab : sebepler
evlâ : daha iyi
fıtrat : yaratılış, mizaç
gaflet : duyarsızlık, manevî sorumluluklarından habersiz davranma hâli
gayr-ı mütenahî : sınırsız, sonsuz
had : dinin emrettiği bir işi terk eden kişiye verilecek cezâ
ihsan : bağış, ikram
ilâh : tanrı
isnad etmek : dayandırmak
kefaret : günahın bağışlanmasına vesile olan şey
kudret : güç ve kuvvet
lisan-ı hal : hal ve beden dili
mahal : yer
mahsus : özel, has
makam : konum, yer
misil : benzer, eş değer
muârefe : karşılıklı tanışma, birbirini bilip tanıma
müessir : tesir eden; tesir sahibi
Müessir-i Hakikî : gerçek tesir sahibi olan, bütün sebepleri harekete geçiren Allah
Mün'im-i Hakikî : gerçek nimet verici olan Allah
nâfiz : etkili, hükmü geçen
necis : pis; dinî ibadetlere engel sayılan pislik
nefis : bir kimsenin kendisi
nükte : ince anlamlı söz
nümune : örnek, misal
Sâni : her şeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah
şuur : bilinç, idrak
şükran : minnettarlık, teşekkür
tâhir : temiz, pak; dinen temiz sayılan
tahkir : aşağılanma, hakarete uğrama
tasarrufat : dilediği gibi kullanma ve idare etme
tazarru : dua, yakarış
ulûhiyet : ibadete ve itaat edilmeye layık olma, İlâhlık
unsur : madde, parça
Vâcib-i Ehad : varlığı zorunlu olan ve her bir varlık üzerinde birliğinin izleri görünen Allah
vasıta : aracı ve vesile olan
vâzıh : açık
vaziyet almak : belli bir konumda bulunmak
vesait : araçlar, vasıtalar
vücut sahası : varlık alanı
yâ Rahîm : ey sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan ve özel ihsanları bulunan Allah
zâhir : açık, görünür
zerrat-ı kâinat : kâinattaki, evrendeki atomlar
zerre : atom
zîra : çünkü
Yükleniyor...