وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ 1

İ’lem eyyühe’l-aziz! Tesbihat, ibâdât, gayr-ı mahdud envâlarıyla herşeyde vardır. Fakat, herşeyin kendi tesbihat ve ibadetini bütün vecihlerini daima bilip şuur edinmesi lâzım değildir. Çünkü, husul huzuru istilzam etmez. Tesbih ve ibadet edenler, yalnız yaptıkları amelin mahsus bir tesbih veya sıfatı malûm bir ibadet olduğunu bilirlerse kâfidir. Zaten Mâbud-u Mutlakın ilmi kâfidir. İnsandan maadâ mahlûkatta teklif olmadığından, onlara niyet lâzım değildir. Ve keza, amellerinin sıfâtını bilmek de lâzım değildir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsan-ı mü’minin kıymeti, ihtiva ettiği san’at-ı âliye ile Esmâ-i Hüsnâdan in’ikâs eden cilvelerin nakışları nisbetindedir. İnsan-ı kâfirin kıymeti ise, et, kemikten ibaret fâni ve sâkıt maddesinin kıymetiyle ölçülür. Kezâlik, bu âlem de, eğer Kur’ân’ın tarif ettiği gibi mânâ-yı harfiyle, yani Cenâb-ı Hakkın azametine bir âlet nazarıyla bakılırsa, o nisbette kıymettar olur. Eğer felsefenin dediği gibi mânâ-yı ismiyle, yani hiçbir fâil, Hâlık ile bağlı olmayıp müstakil-i bizzat nazarıyla bakılırsa, kıymeti câmide, mütegayyir maddesinde münhasır kalır. Kur’ân’dan istifade edilen ilmin felsefe ilminden ne derece yüksek olduğu, şu misal ile tebârüz eder: 2 وَجَعَلْنَا الشَّمْسَ سِرَاجًا

Bu hükm-ü Kur’ânî, Esmâ-i Hüsnânın cilvelerine bakmak için bir pencere açıyor. Şöyle ki: Ey insan! Bu şems, azametiyle beraber size musahhardır. Meskenlerinize nur veriyor. Yemeklerinizi hararetiyle pişirtiyor. Sizin öyle Azîm, Rahîm bir Mâlikiniz var ki, bu şems onun bir lâmbası olup, misafirhanesinde sakin misafirlerini ziyalandırıyor. Felsefenin hikmetince, şems büyük bir ateştir, yerinde dönüyor. Arz ile seyyarat, ondan uçan parçalardır; câzibe ile şemse merbut kalarak medarlarında hareket ediyorlar.

İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın Cenâb-ı Haktan hiçbir hakkı talep etmeye hakkı yoktur. Bilâkis, daima Ona şükretmeye medyundur. Çünkü, mülk Onundur, insan Onun memlûküdür.
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
2 : “Güneşi de bir kandil yaptık.” Nuh Sûresi, 71:16.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Şemme / Sonraki Risale: On Dördüncü Reşha
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

amel : iş, fiil
bâtın : iç
cilve : görüntü, yansıma
ehl-i istidraç : kendilerine Allah tarafından bir takım olağanüstü hâl ve üstünlükler verilen günahkâr veya kâfir kişiler
ehl-i keramet : Allah’ın bir ikramı olarak kendilerine olağanüstü hâl ve fiiller verilen Allah’ın sevgili kulları
enaniyet : ben, benlik
âlem : dünya, evren
âlet : araç, vasıta
arz : dünya
azamet : büyüklük, yücelik
Azîm : büyük, yüce
bilâkis : aksine, tersine
câmid : cansız
câzibe : çekim gücü
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cilve : görüntü, yansıma
Esmâ-i Hüsnâ : Allah’ın güzel isimleri
fâil : bir işi yapan; fiilin sahibi
Hâlık : herşeyi yaratan Allah
hararet : ısı, sıcaklık
hikmet : amaç, maksat
hükm-ü Kur’ânî : Kur’ân’a dayalı hüküm, önerme, ilim
i’lem eyyühe’l-aziz : ey aziz kardeşim bil ki!
istifade : faydalanma, yararlanma
kezâlik : bunun gibi, böylece, bu da böyle
kıymet : değer
kıymettar : değerli
Mâlik : herşeyin hakiki sahibi olan Allah
mânâ-yı harfî : harf mânâsı; bir şeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bildirip tanıtan mânâsı
mânâ-yı ismî : isim mânâsı; birşeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı
medar : dayanak, eksen
medyun : borçlu
memlûk : kul, köle
merbut : bağlı
mesken : ev, konut
misafirhane : konuk evi
misal : örnek
musahhar : boyun eğen, emre uyan
mülk : sahip olunan şey, hükmedilen yer
münhasır : ait, mahsus
müstakil-i bizzat : kendi kendine; bağımsız
mütegayyir : değişen
nazar : bakış açısı
nisbet : kıyas, oran
Rahîm : her bir varlığa şefkat ve merhamet gösteren Allah
seyyarat : gezegenler
şems : güneş
talep etmek : istemek
tebârüz : belli olmak
ziyalandırmak : ışıklandırmak
envâ : çeşitler, türler
Esmâ-i Hüsnâ : Allah’ın güzel isimleri
eşya-yı gaybiye : görünmeyen âleme ait varlıklar
fâni : geçici
fenâ fillâh : Allah’ta fâni olmak, bütün benliğini Allah’a verme ve sadece Onu düşünme
fena : ölümlülük
gayr-ı mahdud : hudutsuz, sınırsız
havas : hisler, duygular
husul : meydana gelme
huzur : sürekli olarak Allah’ın huzurunda bulunduğunun bilinci içinde olma
i’lem eyyühe’l-aziz : ey aziz kardeşim bil ki!
ibâdât : ibadetler
ibaret : meydana gelen, oluşan
ihtiva etmek : içermek
iltibas : karıştırma
in’ikâs etmek : yansımak
inkişaf etmek : açığa çıkmak
inkişaf : açığa çıkma
insan-ı kâfir : Allah’ı inkâr eden insan
insan-ı mü’min : Allah’a inanan insan
isnad etmek : dayandırmak
istidraç : Allah tarafından günahkâr veya kâfir kişilere verilen bir takım olağanüstü hâl ve üstünlükler
istilzam etmek : gerektirmek
kâfi : yeterli
keza : bunun gibi
kıymet : değer
lâkin : ama, fakat
lâzım : gerekli
maadâ : başka, dışında, ötesinde
Mâbud-u Mutlak : ibadete lâyık tek varlık olan Allah
mahlûkat : yaratılmışlar, yaratıklar
mahsus : bir şeye has, özel
malûm : bilinen, belli
mânâ : anlam
mazhar olma : erişme
mürâî : gösterişçi, gösteriş meraklısı
nakış : işleme, süsleme
netice : sonuç
nisbet : kıyas, oran
niyet : bir işi yapmayı önceden düşünme, maksat
nuraniyet : nur özelliği, parlaklık
sâkıt : düşük
san’at-ı âliye : yüksek san’at
şuur : bilinç, anlayış, idrak
tabaka-i ûlâ : birinci tabaka
tasfiye-i nefis : nefsi arındırma, saflaştırma
tenevvür-ü kalb : kalbin nurlanması
tesbih : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tesbihat : tesbihler
vecih : yön, taraf
zahir : dış, açık
zira : çünkü
zulümat : karanlıklar
Yükleniyor...