İ’lem eyyühe’l-aziz! Kur’ân’ın âyetleri birbirini tefsir ettiği gibi, bu kitab-ı âlemin de bir kısmı, diğer bir kısmını izah ediyor. Meselâ, maddiyat âlemi Cenâb-ı Hakkın envar-ı nimetini cezb etmek için hakikî bir ihtiyaçla şemse muhtaç olduğu gibi, âlem-i mâneviyat dahi rahmet-i İlâhiyenin ziyalarını almak için şems-i nübüvvete muhtaçtır. Binaenaleyh, Resul-i Ekremin (a.s.m.) nübüvveti, şemsin kat’iyet ve vuzuhu derecesinde kat’î ve vâzıhtır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Zîhayatın vücuduna terettüp eden semereler, yalnız kendisine, menfaatine, bekasına, kemâline mahsus değildir. Ancak o semerelerden bir hisse kendisine aittir. Bâki kalan kısm-ı âzamı Hâlıka râcidir. Zîhayata âit, uzun bir zaman sonra husule gelir. Hâlıka râci kısım ise, bir anda husule gelir. Meselâ, o zîhayat, Esmâ-i Hüsnânın tecelliyatına mazhariyetle, Hâlıkı, evsaf-ı kemâliyeyle tavsif ve lisan-ı haliyle hamd etmiş oluyor.

İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın bir ferdi, ihata-i fikriyesiyle, aklıyla, kalbinin vüs’atiyle bir nevi külliyet kesb eder. Ve keza, insanın bir ferdi, hilâfet hususunda âlemin eczâsıyla şuurca alâkadar olduğundan, nebatî olsun, hayvanî olsun, pek çok nevilerde tasarruf sahibi bulunduğundan, nevi gibidir. Ve bu itibarla, insanın bir ferdi, neviler sırasına geçer. Binaenaleyh, gerek hayvanatın, gerek semeratın nevilerinde vukua gelen mükerrer kıyametler, hevâm ve haşeratta vücuda gelen senevî haşir ve neşirler, insanın da herbir ferdinde câridir.

Hülâsa: Kur’ân’ın âyetleriyle ebnâ-yı beşer için büyük kıyametin geleceğine kat’î delâletler olduğu gibi, kitab-ı âlemin âyât-ı tekviniyesiyle de kıyamet-i kübrâya pek kat’î delâletler ve işaretler vardır.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Habbe / Sonraki Risale: Zeylü'z-Zeyl
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

alâkadar : alâkalı, ilgili
âlem : dünya, evren
âlem-i mâneviyat : mânevî, madde ötesi dünya
âyât-ı tekviniye : Allah’ın yaratılışa dair koyduğu kanun ve emirleri gösteren bu dünyadaki âyetler, deliller
bâki kalan : geri kalan
beka : devamlılık, kalıcılık
binaenaleyh : bundan dolayı
câri : geçerli
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan, sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cezb etmek : kendine doğru çekmek
delâlet : işaret etme, gösterme
ebnâ-yı beşer : insan oğulları, insanlar
eczâ : parçalar, kısımlar
envar-ı nimet : nimet nurları
Esmâ-i Hüsnâ : Allah’ın en güzel isimleri
evsaf-ı kemâliye : mükemmel, kusursuz sıfatlar, nitelikler, özellikler
hakikî : gerçek
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
hamd etmek : şükür ve övgülerini sunmak
haşerat : zararlı, zehirli böcekler
haşir ve neşir : yeniden dirilip toplanma ve yayılma; kıştan sonra bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilip yayılması gibi
hayvanat : hayvanlar
hayvanî : hayvansal
hevâm : böcekler
hilâfet : halifelik, yeryüzünde Allah’ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde, insana verilen görev
husule gelmek : meydana gelmek
hülâsa : özet
i’lem eyyühe’l-aziz : “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir söz
ihata-i fikriye : fikir ve düşüncenin genişliği, kapsayıcılığı, kuşatıcılığı
kat’î : kesin, şüphesiz
kemâl : olgunluk, mükemmellik
kesb etmek : kazanmak, elde etmek
keza : bunun gibi
kısm-ı âzam : büyük kısım
kıyamet : bütün kâinatın sonu, varlığın bozulup dağılması
kıyamet-i kübrâ : büyük kıyâmet; varlığın bozulup dağılması, dünyanın sonu
kitab-ı âlem : âlem kitabı, kâinat kitabı
külliyet : kapsamlılık, bütün fertleri kapsama
lisan-ı hal : hâl ve beden dili
mahsus : has, bir şeye ait
mazhariyet : ayna olma, nâil olma
mükerrer : tekrarlanan, devamlı
nebatî : bitkisel
nevi : çeşit
nübüvvet : peygamberlik
râci : dönen, ait olan
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
semere : meyve, netice, sonuç
senevî : yıllık
şems : güneş
şems-i nübüvvet : peygamberlik güneşi
tasarruf : dilediği gibi kullanma ve yönetme
tavsif : vasıflandırma, nitelendirme, tanıtma, bildirme
tecelliyat : tecellîler; yansımalar, görüntüler
terettüp eden : sonuç olarak meydana gelen, ortaya çıkan
vâzıh : açık, aşikâr
vukua gelmek : meydana gelmek
vuzuh : açıklık
vücud : varlık
vücuda gelme : var olma
vüs’at : genişlik, kapasite
zîhayat : canlı, hayat sahibi
ziya : ışık
Yükleniyor...