Arkadaş! San’atın, vücuh-u selâse-i mezkûre üzerine mümkine veya hakkın istilzam ettiğine nazaran Vâcibe olan isnadı meselesi semeredar bir ağaç meselesi gibidir. Şöyle ki:

Ağacın o semereleri, ya vahdete isnad edilir. Yani neşvünemâ kanunuyla ağacın kökünden, kök de çekirdekten, çekirdek de evâmir-i tekviniyeyi temessülden, evâmir-i tekvîniye de “Kün” emrinden, “Kün” emri dahi Vahid-i Vâcibden sadır olmuştur.

O vakit, o ağaç bütün eczasıyla, yapraklarıyla, dallarıyla, semereleriyle yaratılış kolaylığında bir semere-i vahide hükmünde olur. Çünkü, vahdete nisbeten küçük bir semere ağacı ile pek büyük ve çok semereli bir ağaç arasında fark yoktur. Bu adem-i fark, vahdette suhuletle yüsr, kesrette suubetle usrün bulunduğundan neş’et etmiştir.

Eğer kesrete isnat edilirse, herbir semere, herbir çiçek, herbir yaprak, herbir dal, tam ağacının vücuda gelmesine lâzım olan bütün âlât, cihâzat, esbab ve saireye ihtiyaç gösterecektir. Çünkü küll cüzde dahildir. Ona ne lâzımsa buna da lâzımdır. Mesele bu iki şıktan hariç değildir. Biri vâcip, diğeri mümtenidir.

Hülâsa: Bir hüceyrenin vücuda gelmesi kendisine isnat edilirse, kâinata muhit olan sıfatlar kendisinde lâzımdır. Esbaba isnat edilirse, âlemdeki bütün esbabın o hüceyrede içtimâları lâzım gelir. Halbuki, sineğin iki eli sığmayan bir hüceyre, iki ilâhın tasarrufuna mahal olabilir mi? Hâşâ!
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Zeylü'l-Habbe / Sonraki Risale: Zühre
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adem-i fark : farkın olmayışı, farksızlık
âlât : âletler
âlem : dünya, evren
cihâzat : donanımlar, cihazlar
cüz : parça
ecza : kısımlar, bölümler
envâen : çeşit çeşit olarak, türler olarak
esbab : sebepler
evâmir-i tekvîniye : Allah’ın kâinata koyduğu yaratılışa ait emirler, kanunlar
hak : doğru, gerçek
hallâkıyet : yaratıcılık özelliği, kabiliyeti
hâşâ : asla öyle değil
hülâsa : özet
içtimâ : toplanma
ihtiyacat-ı fıtriye : fıtrî, yaratılıştan gelen ihtiyaçlar
ilâh : tanrı, mabud
ins ve cin : insanlar ve cinler
isnad : dayandırma
istilzam etmek : gerekli kılmak, gerektirmek
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kanun : bir sistem ve düzeni sağlayan yasa, fiilleri düzen altında tutan kaide, düstur
kesret : çokluk
küll : bütün
kün emri : “kün = كُنْ”, yani “Ol” emri
lâzım gelmek : gerekli olmak
mahal : yer, saha, alan
mahsus : has, özel
muhit : kuşatan, kapsayan
mümkin : varlığı ile yokluğu eşit olan, varlığı ancak Allah’ın var etmesine bağlı olan varlık
mümteni : olması imkânsız şey
münhasır : sadece birine ait olma
nazaran : bakarak, –göre
neş’et etmek : doğmak, meydana gelmek
neşvünemâ : büyüyüp gelişme
nisbeten : kıyasla, oranla
sadır olmak : çıkmak, meydana gelmek
sair : başka
semere : meyve, netice
semeredar : meyveli, verimli
semere-i vahid : bir tek meyve
sıfat : nitelik, özellik
suhulet : kolaylık
suubet : zorluk
şehadet etmek : şahitlik yapmak
taife : grup, topluluk
tasarruf : dilediği gibi kullanma ve yönetme
temessül : görünme, yansıma
ulûhiyet : ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma, İlâhlık
usr : zorluk; meşakkat
Vâcib : varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir şeye ve sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah; zorunlu, şart
vahdet : birlik
Vâhid-i Vâcib : varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir şeye ve sebebe ihtiyacı olmayan ve herbir varlıkta birliği görünen Allah
vücuda gelmek : meydana gelmek
vücuh-u selâse-i mezkûre : ifade edilen üç yön, taraf
yüsr : kolaylık; zahmetsizlik
Yükleniyor...