Maahaza, hüceyreden tut, âleme kadar herbir şeyin bir nevi vahdeti vardır. Öyle ise, Sâni de vahid olacaktır. Çünkü, vahid ancak vahidden sudur eder. Ve keza, bir habbe şemsi ziyasıyla, rengiyle, (tecellî suretiyle) içine alabilir. Fakat masdariyet itibarıyla, bir habbe, iki habbeyi içine alıp onlara masdar olamaz. Ve keza, vücud-u haricî, vücud-u misalîden daha sabit, daha muhkemdir. Vücud-u haricîden bir nokta, vücud-u misalîden bir dağı içine alabilir. Kezâlik, vücud-u vücubî daha kavi, daha râsih, daha sabittir. Belki de vücud-u hakikî, vücud-u haricî ondan ibarettir.

Binaenaleyh, ilm-i muhit-i ezelîde temessül eden imkânî vücutlar, vücud-u vücubînin tecellîyât-ı nuriyelerine ayine ve mâkesdirler. Öyle ise, ilm-i ezelî imkânî vücutlara ayine olduğu gibi, imkânî vücutlar da vücud-u vücubîye ayinedir. Sonra o imkânî vücutlar, ilm-i ezelîden vücud-u haricîye intikal etmişlerse de, vücud-u hakikî mertebesine vasıl olmamışlardır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Kevn ve vücut sahasında durup ahvâl-i âleme dikkat eden adam, hadsî bir sür’atle anlar ki, tesir-i faaliyet, lâtif, nuranî, mücerret olan şeylerin şe’ni olduğu gibi; infial, kabiliyet, teessür de maddî, kesif, cismanî şeylerin hassasıdır. Evet, misal olarak, semâdaki nur ile yerdeki şu kocaman dağa bak. O nur semâda iken ziyasıyla yerde iş görür, faaliyettedir. O dağ ise, azametiyle beraber faaliyetsiz yerinde oturuyor. Ne bir tesiri var ve ne de bir fiili var.

Ve keza, eşya arasında vukua gelen fiillerden anlaşılıyor ki, hangi birşey lâtif, nurânî ise, sebep ve fâil olmaya kesb-i liyakat eder. Kesafeti nisbetinde de infial ve müsebbebiyet mertebesine yaklaşıyor. Bundan anlaşılıyor ki, esbab-ı zahiriyenin Hâlıkı ile, müsebbebatın Mûcidi, ancak ve ancak Nuru’l-Envâr, Sâni-i Ezelîdir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Zeylü'l-Habbe / Sonraki Risale: Zühre
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahvâl-i âlem : âlemdeki haller, durumlar
âlem : dünya, evren
azamet : büyüklük
binaenaleyh : bundan dolayı
cismanî : maddi yapısı olan
faaliyet : çalışma, aktif olma, iş yapma
fâil : işi yapan
habbe : dane, tohum
âfakî : dış dünyaya ait, dış dünya ile ilgili
âhiret : öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat, öteki dünya
ahvâl : haller, davranışlar
ahvâlât : haller
akis : yansıma
bâtın : bir şeyin iç yüzü
cehalet : cahillik, bilgisizlik
dalâlet : hak ve doğru yoldan sapkınlık
dünyevî : dünya ile ilgili
enâniyet : benlik, gurur
esbab-ı zahiriye : görünürdeki sebepler
evham : kuruntular, şüpheler
fezleke : öz, netice, özet
gafil : Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan, sorumsuz, vurdumduymaz
gaflet : sorumsuzluk, vurdumduymazlık; Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
haricî : dış dünyaya âit
hayr-ı azîm : büyük hayır, sevap
hidayet : doğru ve hak olan yol, İslâmiyet
hususî : özel
i’lem eyyühe’l-aziz : “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir söz
icmal : özetleme, kısaca ifade etme
icmâlî : kısaca, özetle
içtinap etmek : kaçınmak, sakınmak
ihtiyatlı : tedbirli
irtikâp etmek : yapmak, işlemek
isâl etme : ulaştırma
izale etmek : gidermek, ortadan kaldırmak
kalb etme : dönüşme
kesret : çokluk
lâkin : ama, fakat
mertebe : derece
mevhum : gerçekte olmadığı halde var sayılan
Mûcid : herşeyi icad eden, var eden yaratıcı Allah
muhakkak : kesin, gerçekliği kesin olan
müsebbebat : sebeplerle meydana gelenler, sebeplerin sonuçları
müsebebiyet : bir sebep, tesir v.s. sonucu ortaya çıkma, netice olma
nazaran : bakarak, –göre
nefis : bir kimsenin kendisi, mânevî yapısı
nefsî tefekkür : kişinin kendisi ve kendi varlığı üzerinde etraflıca derinlemesine düşünmesi
Nuru’l-Envâr : bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan Allah
Sâni-i Ezelî : varlığının başlangıcı olmayan ve herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
sathî : sığ, yüzeysel
Sofestaî : kâinatın Yaratıcısını kabul etmeyen ve her şeyi, hatta kendini dahi inkâr eden bir felsefî ekole bağlı kimse
tabiat : (tabiat fikri) materyalist düşünce; tabiat için, “insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç” düşüncesi
tafsilât : ayrıntılar
takarrüb etmek : yaklaşma
teemmül : düşünme, tefekkür etme, inceden inceye araştırma
tefekkür : Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünme
tetkikat : incelemeler
umumî : genel
vahdet : Allah’ın birliği
vecih : tarz, yön
vehham : aşırı derecede vehimli, kuruntulu
zulümat : karanlıklar
hadsî : güçlü bir sezgi, seziş; zihnin bir vasıtaya ihtiyaç duymaksızın kalbe gelen güçlü ve kesin bir sezgi ile hızla hükmettiği doğru bilgi
hassa : ayırıcı özellik
i’lem eyyühe’l-aziz : “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir ifade
ilm-i ezelî : Allah’ın herşeyi ve bütün zamanları kuşatan sonsuz ilmi
ilm-i muhit-i ezelî : Allah’ın, geçmiş ve gelecek bütün zamanları ve herşeyi kuşatan sonsuz ilmi
imkânî : varlığı ile yokluğu eşit olan, varlığı ancak Allah’ın var etmesine bağlı olan
infial : fiilden etkilenme, bir tesirin gücü altında hareket etme
intikal etmek : geçmek, ulaşmak
kabiliyet : yetenek; bir şeyin karşısında olup ondan etkilenme, kabul etme özelliğinde olma
kavi : güçlü, kuvvetli
kesafet : kesifli; katılık, yoğunluk
kesb-i liyakat : ehliyet kazanma, lâyık olma, hak etme
kesif : katı, yoğun, saydam olmayan
kevn : varlık, var edilen her şey, kâinat
keza : bunun gibi
kezâlik : bunun gibi
lâtif : ince, cismani olmayan
maahaza : bununla beraber, bununla birlikte
maddî : cismani, gözle görülen
mâkes : ayna, yansıma yeri
masdar : kaynak
masdariyet : kaynaklık, kaynak olma
mertebe : derece
misal : örnek
muhkem : sağlam
mücerret : somut olmayan, soyut
nevi : çeşit
nisbetinde : oranında
nur : aydınlık, ışık
nuranî : nurlu
râsih : sağlam, yerleşmiş
sabit : kesin, yerleşmiş, kararlı, değişken olmayan
Sâni : herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
semâ : gökyüzü
sudur etmek : çıkmak, meydana gelmek
şe’n : durum, hâl, özellik
şems : güneş
tecellî : yansıma
tecellîyât-ı nuriye : nurlu tecellîler; parlak yansımalar
teessür : etkilenme
temessül etme : görünme
vahdet : birlik
vahid : bir
vasıl olmak : ulaşmak, varmak
vukua gelme : meydana gelme, olma
vücud-u hakikî : gerçek varlık
vücud-u haricî : zihinde bulunan veya aynada yansıması görünen bir şeyin dış dünyadaki maddî varlığı, gerçekliği, maddî varlık
vücud-u misalî : maddî olmayan, görüntüden ibaret, yansımaya dayalı olan varlık
vücud-u vücubî : varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir şeye ve sebebe ihtiyacı olmayan ve diğer varlıkların var olması Kendisine bağlı olan, yokluğu düşünülemeyen varlık, Allah
vücut : varlık
ziya : ışık
Yükleniyor...