İ’lem eyyühe’l-aziz! Ruh-u insanî gayr-ı mütenahi ihtiyaçlara giriftar, gayr-ı mütenahi elemlere mahaldir. Gayr-ı mahsur lezzetlere iştihalıdır. Gayr-ı mahdut âmâli beslemektedir. Hattâ, kalbin dalâletiyle beraber ruhtan fışkıran şefkat, gayr-ı mütenahi elemleri tazammun ediyor. Binaenaleyh, "Ben neyim? Ne kıymetim var ki benim için kıyamet kopsun, mizan vaz edilsin, hesap görülsün?" demeye hakkın yoktur.

Ey kemâl-i gurur ile dalâlet kürsüsünde oturan! Hayatına mağrur olma. Zira o hayat, bir mugalâta ile kaimdir. Şöyle ki:

O kürsüde oturan dâll, zeval ve fenânın dehşetini düşünüp korktuğu zaman, saadet-i ebediye ihtimaline kaçar, tekâlif-i diniyenin terkinde de âhiretin olmayacağı ihtimaline kaçar. Bu mağlâta ile her iki elemden kurtuluyor. Lâkin, kısa bir zamanda düğüm açılır, hakikat ortaya çıkar. Ne birinci ihtimal elemini izale eder ve ne de ikinci ihtimal yükünü tahfif eder.

Ve keza, musibet taammüm ettiğinde elem hafif olur. "Ben de emsalim gibiyim." diye yine yük altından kaçar. Fakat, musibet âmm olduğunda, elemi muzaaf olur, kat kat ziyade olur. Çünkü, kendisi gibi akrabası, ahbâbı da o musibete dahildir. Çünkü, insanın ruhu, ebnâ-yı cinsiyle alâkadardır. Ne kadar umumî olursa, o kadar da elemi fazla olur.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Zeylü'l-Habbe / Sonraki Risale: Zühre
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahbâb : dostlar, sevgilililer
âhiret : öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat, öteki dünya
alâkadar : alâkalı, ilgili
âlâm : elemler, acılar
âmâl : emeller, arzular, istekler
âmm : genel; sayısız şeyleri içine alan, aynı cinsten bir çok fertlere birden delâlet eden lâfız; cemaat, millet sözleri gibi
âyât : âyetler, deliller
biçare : çaresiz
binaenaleyh : bundan dolayı
Cehennemî : Cehennem gibi, Cehenneme benzer
cephe : yüz
dalâlet : hak yoldan sapkınlık
dâll : hak yoldan sapan
ebnâ-yı cins : kendi cinsinden gelenler, aynı cinsten ve türden olanlar
elem : acı, keder
emsal : benzerler
evkat-ı hamse : beş vakit, namaz vakitleri
fenâ : gelip geçicilik
gaflet : vurdumduymazlık, sorumsuzluk; Allah'ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli
gayr-ı mahdut : sınırsız, sonsuz
gayr-ı mahsur : belli bir şeyle sınırlanmayan, pek çok
gayr-ı mütenahi : sonsuz
giriftar : bir şeye dalmış, tutulmuş
hakikat : gerçek
İ’lem eyyühe’l-aziz! : "Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!" mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir söz
inkılâp etmek : dönüşmek
istirahate çekilmek : dinlenmeye çekilmek
izale etmek : gidermek, ortadan kaldırmak
kaim : ayakta duran, varlığı devam eden
kemâl-i gurur : tam bir gurur, kendini beğenmişlikle aldanma
keza : bunun gibi
kıyamet : dünyanın sonu, bütün varlık âleminin bozulup dağılması
lâkin : ama, fakat
lezâiz : lezzetler
mağlâta : demagoji; aldatmak maksadıyla yanlış sözler söyleme
mağrur : gururlu, kibirli, kendini beğenmiş, aldanmış
mahal : yer
mizan : terazi, ölçü
mugalâta : demagoji; aldatmak maksadıyla yanlış sözler söyleme
musibet : belâ, dert, felâket
muzaaf : katmerli, kat kat
nâr : ateş
nur : aydınlık
ruh-u insanî : insana ait ruh, insan ruhu
rükû : namazda eğilme
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk, âhiret mutluluğu
sücud : namazda yere kapanma, secde etme
şefkat : acıma, merhamet, sevgi
şek : şüphe, zan
taammüm : genelleşme, umuma ait olma
tahfif etmek : hafifletmek, yükünü azaltmak
tazammun etmek : içermek, kapsamak
tefekkür : etraflıca ve derinlemesine düşünme
tekâlif-i diniye : dinle ilgili sorumluluklar, dini yükümlülükler
umumî : genele ait
vaz edilmek : konulmak, yerleştirilmek
zeval : yokluğa gitme
Yükleniyor...