İşaret

Şunlar, ehl-i vahdetü’ş-şuhuddurlar. Fakat vahdetü’l-vücud ile mecazen tâbir edilebilir. Fakat hakikaten vahdetü’l-vücud, bazı hukema-i kadîmenin meslek-i bâtılasıdır.

Tenbih

Şu mutasavvifînin reis ve kebîri demiş ki: İttisali veya ittihadı veya hulûlü iddia eden, mârifet-i İlâhiyeden hiçbir şey istişmam etmemiştir. Evet, mümkün, Vâcip ile nasıl ittisal ve ittihad edecek? Kellâ! Evet, mümkünün ne kıymeti vardır; ta ki vâcip onda hulûl ede? Hâşâ! Neam, mümkinde füyuzat-ı İlâhiyeden bir feyiz tecellî eder. İşte bunların mesleği ötekilerin mesleğine münasebet ve temas edemez. Zira maddiyyunun mesleği maddiyata hasr-ı nazar ve istiğrak ettiklerinden, efkârları fehm-i ulûhiyetten tecerrüd edip uzaklaştılar. O derece maddeye kıymet verdiler ki, herşeyi maddede görmek, hattâ ulûhiyeti onda mezc etmek gibi bir meslek-i müteassifeye girmişlerdir. Fakat ehl-i vahdetü’ş-şuhud olan muhakkikîn-i sofiyye o derece Vâcibe hasr-ı nazar etmişler ki, mümkinatın hiçbir kıymeti kalmamıştır; “Bir vardır” derler. El’insaf! Serâ-Süreyya kadar birbirinden uzaktır. Maddeyi cemi’ envâ ve eşkâliyle halk eden Hâlık-ı Zülcelâle kasem ederim ki, dünyada şu iki mesleğin temasını intaç eden rey-i ahmakaneden daha kabih ve daha hasis ve daha sahibinin mizac-ı aklının inhirafına delil olacak bir rey yoktur.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

cemî : bütün
efkâr : fikirler, düşünceler
ehl-i vahdetü’ş-şuhud : varlık ve kesret âlemindeki herşeyi Cenâb-ı Hakkın tecellîleri olarak gören, varlıkları Allah’ın zâtı yanında yok kabul eden mutasavvıflar
el’insaf : insaf edilsin, insaf edilmeli
envâ : çeşitler, türler
eşkâl : şekiller, biçimler
fehm-i ulûhiyet : Cenâb-ı Allah’ın ilahlığını anlama; İlâhlık anlayışı
feyiz : bereket, mânevî nimet
füyuzat-ı İlâhiye : İlâhî feyizler
hakikaten : gerçek yönüyle
Hâlık-ı Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yaratan Allah
halk etme : yaratma, yoktan var etme
hasis : âdi, basit
hasr-ı nazar ve istiğrak etme : bütün dikkati belli bir noktaya yoğunlaştırma
hâşâ : kesinlikle öyle değil
hulûl : İlâhî sıfatların mahlûklar ile bütünleştiği onlara nüfuz ettiği esasına dayalı bâtıl bir görüş
hükemâ-i kadîme : eski filozoflar
inhiraf : doğru yoldan sapma
intaç etme : sonuç verme, neticelenme
istişmam etme : koklama, hissetme
ittihad : İlâhî Zâtın eşya ile birleştiği esasına dayalı bâtıl bir görüş
ittisal : İlâhî Zâtın eşya ile birleştiği esasına dayalı bâtıl bir görüş
kabih : çirkin
kasem etme : yemin etme
kebîr : büyük
kellâ : asla öyle değil
maddiyat : maddi şeyler, gözle görülen, elle tutulan şeyler
maddiyyun : materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlar
mârifet-i İlâhiye : Allah’ı bilme, tanıma
mecazen : mecâzî olarak; bir sözü gerçek anlamı dışında başka bir mânâyı anlatacak şekilde kullanma (mecaz)
meslek : gidilen yol, metod
meslek-i bâtıla : bâtıl ve haktan uzak yol, yanlış meslek
meslek-i müteassife : sapık, azgın meslek
mezc etme : birleştirme, karıştırma
mizac-ı akl : akıl yapısı, normal akıl
muhakkikîn-i sofiye : meseleleri delilleriyle araştırıp bilen tasavvuf erbabı kimseler
mutasavvıfîn : tasavvufu benimseyen; bu yolla Allah’a ve İlâhî hakikatlere ulaşmaya çalışan kimse, sûfi
mümkin : varlığı da yokluğu da eşit olan, var olması Allah’ın var etmesine bağlı olan (varlık)
mümkinat : varlığı da yokluğu da eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan şeyler
neam : evet öyle
reis : önder, lider
rey : fikir, düşünce
rey-i ahmakane : ahmakça bir görüş ve düşünce
Serâ : yeryüzü, toprak
Süreyya : gökyüzünün kuzey yarım küresinde yer alan ve yedi yıldızdan meydana gelen bir yıldız takımı
tâbir etme : ifade etme
tecellî : belirme, görünme
tecerrüd etme : soyutlanma, sıyrılma
temas : bağlantı, ilişki
tenbih : ikaz, uyarı
ulûhiyet : ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma, İlâhlık
vâcib : varlığı zorunlu olup, olmaması imkânsız bulunan varlık; Allah’ın varlığı
vahdetü’l-vücud : Allah’tan başka varlık kabul etmeyen, diğer varlıkları bir gölge kadar zayıf gördükleri için var olarak kabul etmeyen görüş
Yükleniyor...