Hâtime

Ey hariçten ve uzaktan İslâmiyeti tenkit etmeye çalışan insafsızlar! Aldanmayın. Muhakeme edin. Nazar-ı sathîyle iktifa etmeyiniz. Zira şu sizin bahanelerinize sebep olanlar, lisan-ı şeriatta ulemâ-i sû’ ile müsemmâdırlar. Onların muvazenesizlik, zahirperestliklerinden neş’et eden hicabın mâverâsına bakınız. Göreceksiniz ki, herbir hakikat-i İslâmiye, necm-i münîr gibi burhan-ı neyyirdir. Nakş-ı ezel ve ebed üzerinde görünüyor.

Evet, kelâm-ı ezelîden gelen, ebede gidecektir. Fakat esefa! Hubb-u nefis ve taraftar-ı nefis ve acz ve enaniyetten neşet eden teberrî-i nefs ile kendi kabahatini başkasına atıyor. Şöyle yanlışa muhtemel olan sözünü veya hatâya kabil olan fiilini, bir büyük zâta veyahut muteber bir kitaba, hattâ bazan dine, çok defa hadise, en nihayet kadere isnad etmekle, kendini teberrî etmek istiyor. Hâşâ, sümme hâşâ! Nurdan zulmet gelmez. Kendi âyinesinde görülen yıldızları setretse de, semadaki yıldızları setredemez. Fakat kendi göremez.

Ey muteriz ağa! Ağlamak isteyen çocuk gibi veya intikam isteyen kînedar düşman gibi bahane mahane aramakla hilâf-ı şeriatla vücuda gelen ahvâli ve su i tefehhümden neş’et eden şübehatı senet tutmak, İslâmiyete leke getirmek, pek büyük insafsızlıktır. Zira, bir Müslimin herbir sıfatı İslâmiyetten neş’et etmek lâzım gelmez.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acz : acizlik, güçsüzlük
adavet : düşmanlık
adüvvü’d-dîn : din düşmanı
ahvâl : haller, durumlar
burhan-ı neyyir : nurlu, parlak delil
ebed : sonsuzluk
enaniyet : kendini beğenme, benlik
esefa : eyvah, yazık
faraza : varsayalım ki, meselâ
hadis : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hakikat-i İslâmiye : İslâmiyetin hakikati, gerçeği
hariçten : dışarıdan
hâşâ sümme hâşâ : asla ve asla, kesinlikle öyle değil
hâtime : sonuç, son bölüm
hicab : örtü, perde
hicap etmek : utanmak
hilâf-ı şeriat : şeriata, İslâma ters, aykırı
hubb-u nefis : kendini beğenme, nefse düşkünlük
iktifa etmek : yetinmek
isnad etmek : dayandırmak
kabil : mümkün, ihtimal
kader : Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlaması
kelâm-ı ezelî : ezelî söz, Allah’ın kelâmı
kînedar : kinci, kin güden
lisan-ı şeriat : dinî literatür, şeriata ait tabir, terim
mâverâ : bir şeyin ötesi, perde arkası
muhakeme : değerlendirme, akıl yürütme
muteber : geçerli, itibar edilen
muteriz : itiraz eden
muvazenesiz : dengesiz, ölçüsüz
muzır : zararlı
müsemmâ : adlandırılmış, isimlendirilmiş
Müslim : Müslüman
nakş-ı ezel ve ebed : ezelden ebede süregelen nakış
nazar-ı sathî : yüzeysel bakış, derinlemesine incelememe
necm-i münîr : parlak yıldız, aydınlatan yıldız
neş’et etme : doğma, ortaya çıkma
sadîk : bağlılığı ileri seviyede olan dost
sadîk-ı ahmak : çok bağlı olan ahmak dost
sema : gök
senet : belge, delil, kuvvetli delil olabilecek söz
setretmek : örtmek, gizlemek
sıfat : özellik, vasıf
su-i tefehhüm : kötü anlayış
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyet
şübehat : şüpheler, tereddütler
taraftar-ı nefis : nefis taraftarı, nefsinin tarafını tutan
teberrî : temize çıkarmak, aklamak
teberrî-i nefis : nefsini temize çıkarma
tenkit : kritik etme, eleştirme
ulemâ-i sû’ : dini, dünya menfaatlerine alet eden kötü âlimler
vücuda gelme : meydana gelme, ortaya çıkma
zahirperestlik : dış görünüşe ehemmiyet verme, dışa yansıyan yönlere göre hüküm verme
zulmet : karanlık
Yükleniyor...