Sekizinci Mukaddeme


(Temhîd)

Şu gelen uzun mukaddemeden usanma. Zira nihayeti, nihayet derecede mühimdir. Hem de şu gelen mukaddeme her kemâli mahveden ye’si öldürür. Ve herbir saâdetin mâyesi olan ümidi hayatlandırır. Ve mazi başkalara ve istikbal bize olacağına beşaret verir. Taksime razıyız. İşte mevzuu, ebnâ-yı mâzi ile ebnâ-yı müstakbeli muvazene etmektir. Hem de mekâtib-i âliyede elif ve bâ okunmuyor. Mahiyet-i ilim bir dahi olsa, suret-i tedrisi başkadır. Evet, mazi denilen mekteb-i hissiyatla, istikbal denilen medrese-i efkâr bir tarzda değildir.

Evvelâ: “Ebnâ-yı mazi”den muradım, İslâmların gayrısından onuncu asırdan evvel olan kurûn-u vusta ve ûlâdır. Amma millet-i İslâm, üç yüz seneye kadar mümtaz ve serfiraz ve beş yüz seneye kadar filcümle mazhar-ı kemâldir. Beşinci asırdan on ikinci asra kadar ben “mazi” ile tabir ederim, ondan sonra “müstakbel” derim.

Bundan sonra, mâlumdur ki, insanda müdebbir-i galip, ya akıl veya basardır. Tâbir-i diğerle, ya efkâr veya hissiyattır. Veyahut ya haktır veya kuvvettir. Veyahut ya hikmet veya hükûmettir. Veyahut ya müyûlât-ı kalbiyedir veya temayülât-ı akliyedir. Veyahut ya hevâ veya hüdâdır. Buna binaen görüyoruz ki: Ebnâ-yı mazinin bir derece safî olan ahlâk ve halis olan hissiyatları galebe çalarak gayr-ı münevver olan efkârlarını istihdam ederek şahsiyat ve ihtilâfat meydanı aldı.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

basar : görme, gözlemleme
beşaret : müjde
binaen : –dayanarak, dolayı
ebnâ-yı mâzi : mazinin, geçmiş zamanın insanları
ebnâ-yı müstakbel : müstakbelin, gelecek zamanın insanları
efkâr : fikirler, düşünceler
elif ve bâ : alfabe; Arap alfabesinin ilk ve ikinci harfi
evvelâ : ilk olarak
filcümle : kısmen, genellikle
galebe çalmak : üstün gelmek
gayr : başkası
gayr-ı münevver : nursuz, aydınlık olmayan, aydınlatılmamış
halis : katıksız, saf, samimi
hevâ : nefsin hoşuna giden faydasız ve gelip geçici arzular
hikmet : ilim ve fenler, felsefe
hissiyat : hisler, duygular
hüdâ : hidayet, doğru yol; Allah, Rabb
hükûmet : siyaset; devletin icrâ mekânizması
ihtilâfat : ayrılıklar, anlaşmazlıklar, uyuşmazlıklar
istihdam etmek : çalıştırmak, kullanmak
istikbal : gelecek
kemâl : kusursuzluk, mükemmellik, olgunluk
kurûn-u vusta ve ûlâ : orta ve ilk çağlar
mahiyet-i ilim : ilmin mâhiyeti, hakikati
mahvetme : yok etme
mâlum : bilinen
mâye : maya
mazhar-ı kemâl : mükemmelliğin mazharı; görünme yeri
mazi : geçmiş
medrese-i efkâr : fikirlerin medresesi; akıl ve düşüncenin esas olduğu okul
mekâtib-i âliye : yüksek okullar (üniversiteler)
mekteb-i hissiyât : hislerin medresesi; akıl ve düşünceden çok, duyguların esas alındığı okul
mevzu : bahis, konu
millet-i İslâm : İslâm milleti; Müslümanlar
mukaddeme : başlangıç, giriş
murad : kastedilen, istenen
muvazene etmek : karşılaştırmak, kıyaslamak
müdebbir-i galip : gerçek yönlendirici; ağır basan düşünce tarzı; bakış açısı
mümtaz : seçkin
münevver : aydın, aydınlanmış
müstakbel : gelecek zaman
müyûlât-ı kalbiye : kalbin meyilleri
nihayet : son
saâdet : mutluluk
safî : duru, katıksız, temiz
serfiraz : benzerlerinden üstün olan
suret-i tedris : eğitim-öğretim şekli, tarzı
şahsiyat : şahıs merkezli olmalar, kişisel hukuklar, çıkarlar, anlayışlar; kişilik kavgaları
tabir : açıklama, ifade
tâbir-i diğer : başka bir ifade
taksim : bölüştürme, pay etme
temayülât-ı akliye : aklın meyilleri
temhîd : hazırlama, başlangıç yapma
ye’s : ümitsizlik
Yükleniyor...