Fakat ebnâ-yı müstakbelin bir derece münevver olan efkârları, heves ve şehvetle muzlim olan hissiyatlarına galebe ederek emrine musahhar eylediğinden, hukuk-u umumiyenin hükümferma olacağı muhakkak oldu. İnsaniyet bir derece tecellî etti. Beşaret veriyor ki: Asıl insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyet, sema-i müstakbelde ve Asya’nın cinanı üzerinde bulutsuz güneş gibi pertev-efşan olacaktır.

Vakta ki mazi derelerinde hükümferma olan garaz ve husumet ve meylü’t-tefevvuku tevlid eden hissiyat ve müyûlât ve kuvvet idi. O zamanın ehlini irşad için iknaiyat-ı hitabiye kâfi idi. Zira hissiyatı okşayan ve müyûlâta tesir ettiren, müddeâmüzeyyene ve şâşaalandırmak veyahut hâile veya kuvve-i belâgatle hayale me’nus kılmak, burhanın yerini tutar idi. Fakat bizi onlara kıyas etmek, hareket-i ric’iye ile o zamanın köşelerine sokmak demektir. Herbir zamanın bir hükmü var. Biz delil isteriz; tasvir-i müddeâ ile aldanmayız.

Vakta ki, hâl sahrasında istikbal dağlarına daima yağmur veren hakaik-i hikmetin maden-i tebahhuratı efkâr ve akıl ve hak ve hikmet olduklarından ve yeni tevellüde başlayan meyl-i taharrî-i hakikat ve aşk-ı hak ve menfaat-i umumiyeyi menfaat-i şahsiyeye tercih ve meyl-i insaniyetkârâneyi intaç eyleyen berahin-i katıadan başka isbat-ı müddea bir şeyle olmaz. Biz ehl-i haliz, namzed-i istikbaliz. Tasvir ve tezyin-i müddeâ, zihnimizi işbâ’ etmiyor. Burhan isteriz.

Biraz da iki sultan hükmünde olan mazi ve istikbalin hasenat ve seyyiatlarını zikredelim. Mazi ülkesinde ekseriyetle hükümfermâ kuvvet ve hevâ ve tabiat ve müyûlât ve hissiyat olduğundan; seyyiatından biri, herbir emirde—velev filcümle olsun—istibdad ve tahakküm var idi.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

aşk-ı hak : hakikat aşkı; doğruluğa karşı hissedilen aşk
berahin-i katıa : kesin burhanlar, deliller
beşaret : müjde
burhan : güçlü ve sarsılmaz kesin delil, kanıt
cinan : cennetler; bahçeler
efkâr : fikirler, düşünceler
ehl-i hâl : hâlin, şimdiki zamanın insanları
ekseriyet : çoğunluk
filcümle : kısmen, genellikle
galebe çalmak : üstün gelmek
garaz : kötü kasıt
hâile : trajedi tarzındaki tiyatro eseri
hak : doğru, gerçek
hakaik-i hikmet : hikmetin hakikatleri, gerçekleri
hâl : tavır, davranış
hareket-i ric’iye : ric’at; geri dönme, geri çekilme hareketi
hasenat : iyilikler, güzellikler
hevâ : nefsin hoşuna giden faydasız ve gelip geçici arzular
hikmet : varlıkların mahiyet, nitelik ve özelliklerinden bahseden ilim; birikim ve tecrübeye dayalı ilimler
hissiyat : hisler, duygular
hukuk-u umumiye : umumun hak ve hukuku, kamu hakları
husumet : düşmanlık
hükümferma : hüküm süren
iknaiyat-ı hitabiye : ikna edici konuşmalar
insaniyet-i kübrâ : en büyük insanlık
intaç : netice verme
irşad : doğru yolu gösterme
isbat-ı müddea : iddia edilen şeyin ispatı
istibdad : baskı ve zulüm, zorbalık
istikbal : gelecek
işbâ’ etmek : doyurmak
kuvve-i belâgat : sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söyleme gücü
maden-i tebahhurat : buharlaşma kaynağı, madeni
mazi : geçmiş zaman
me’nus : ünsiyet edilen, alışılmış
menfaat-i şahsiye : şahsî menfaat, kişisel yarar
menfaat-i umumiye : genelin menfaati, kamu yararı
meslek-i gayr : başka yol, diğer tarz
meyl-i insaniyetkârâne : vicdanlı ve insana insan gibi davranma meyli, isteği; insanî davranış
meyl-i taharrî-i hakikat : hakikati araştırma meyli, isteği
meylü’t-tefevvuk : başkalarına karşı üstünlük elde etme meyli, isteği
muhakkak : kesin
musahhar : boyun eğdirme, hizmetine verme
muzlim : karanlık
müddeâ : dava, tez; iddia edilen şey
müyûlât : meyiller, eğilimler, istekler
müzeyyen : süslendirilmiş, ziynetlendirilmiş
namzed-i istikbal : geleceğe aday
pertev-efşan : ışık saçan, nur saçan
sahra : meydan, açık alan, ova
sema-i müstakbel : geleceğin semâsı
seyyiat : günahlar, kötülükler
şâşaalandırmak : gösterişli hâle sokmak, göz alıcı hâle getirmek
şehvet : nefsin arzu ve istekleri
tahakküm : baskı, zorbalık
tasvir ve tezyîn-i müddeâ : iddia edilen şeyi süslü ve delilsiz bir biçimde anlatma
tasvir-i müddeâ : iddia edilen şeyin tasvir edilmesi, delilsiz bir biçimde anlatılması
tecellî etmek : görünmek, yansımak
tevellüd : doğma, meydana gelme
tevlid etme : doğurma, sebep olma
vakta ki : ne vakit ki, ne zaman ki
velev : hattâ, –sa bile
zikretmek : dile getirmek,anmak
Yükleniyor...