Hem de zahiriyyunun efkârını teşviş eden ve hayalâtını intizamdan çıkaran sıdk-ı enbiyanın delâili yalnız harikulâdelerde münhasır olduklarını itikad etmeleridir. Hem de Peygamberimizin cümle hali veya ekseriyeti, harika olmak itibar etmeleridir. Bu ise, vücut müsaade etmediği için, mütehayyelâtları intizam bulamıyor. Halbuki, böyle itikad, sırr-ı hikmet-i İlâhiyeden ve hilkat-i âlemde cârî olan kavanîn-i İlâhiyeye Peygamberlerin teslim ve ittibâlarından gaflet, pek büyük bir gafletin neticesidir. Evet, Peygamberimizin herbir hal ve hareketi, sıdkına delâlet ve hakka temessüküne şehadet etmekle beraber; Peygamber de âdâtullaha ittiba ve inkıyad ediyor. Makale-i Salisede bu sırra tenbih edilecektir.

Hem de harikulâdenin izharı tasdik-i nübüvvet içindir. Tasdik ise, zahir olan mu’cizatıyla, ekmel-i vecihle hâsıl olabilir. Eğer hâcetten fazla harika olsa, ya abestir veya sırr-ı teklife münafidir. Zira, teklif, nazarî olan şeyde bir imtihandır. Bedihiyat veya bedahete yakın olan şeylerde, ednâ, âlâ ile müsavi olabilir. Veyahut cereyan-ı hikmetin sırrına teslim ve itaate muhaliftir. Halbuki, Peygamberler herkesten ziyade ubudiyet ve teslime mükelleftirler.

Ey şu perişan sözlerime nazar eden talib-i hak! Senin mahiyetinde ekilmiş olan müyûlât, şu On İki Mukaddemede, sükûnuyla beraber cereyan eden şems-i hakikatin ziyasıyla neşvünema bulup çiçekler açacaktır.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abes : anlamsız, boş
âdâtullah : Allah’ın tabiata koyduğu kanun ve prensipleri
âlâ : en üstün, yüce
bedahet : açıklık, apaçık olma
bedihiyat : delil ve isbata ihtiyacı olmayacak şekilde açık olan şeyler
cârî : geçerli, işlemde, yürürlükte olan
cereyan : meydana gelme, ortaya çıkma, olma, yapılma
cereyan-ı hikmet : hikmetin cârî, yürürlükte olması; dünyadaki hâdiselerin sebepler altında, fayda ve gayelere yönelik olarak cereyan etmesi
cümle hali : bütün hali
delâil : deliller
delâlet : delil olma, işaret etme
ednâ : basit, küçük
efkâr : fikirler, düşünceler
ekmel-i vecih : en mükemmel yön, yüz
ekseriyet : çoğunluk
gaflet : duyarsız davranma hâli, umursamazlık, farkında olmama
hâcet : ihtiyaç
harikulâde : olağanüstü (mu’cize)
hâsıl olmak : meydana gelmek
hayalât : hayaller
hilkat-i âlem : âlemin yaratılışı
inkıyad etmek : boyun eğmek, itaat etmek
intizam : disiplin, düzenlilik
itaat : emre uyma, boyun eğme
itibar etmek : kabul etmek
itikad : inanç
ittibâ : tabi olma, uyma
izhar : açığa çıkarma, gösterme
kavanîn-i İlâhiye : İlâhî kanunlar
mahiyet : asıl özellik, temel nitelik
makale-i salise : üçüncü makale
mu’cizat : Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hâller ve fiiller ve eserler
muhalif : aykırı, zıt
mukaddeme : başlangıç
mükellef : yükümlü
münafi : zıt
münhasır : (bir şeyle) sınırlı, mahsus
müsavi : eşit, denk
mütehayyelât : hayal edilen şeyler
müyûlât : meyiller, eğilimler
nazar etme : bakma
nazarî : teorik
neşvünema : büyüyüp gelişme
sıdk : doğruluk
sıdk-ı enbiya : peygamberliğin doğruluğu
sırr-ı hikmet-i İlâhiye : Allah’ın koyduğu hikmet, yarar, sebep ve faydanın sırrı, esprisi
sırr-ı teklif : kulluk ve imtihan sırrı, insanların Allah tarafından görevlendirilerek dünyaya gönderilmesinin anlamı
şehadet etmek : şahit olmak, tanık olmak
şems-i hakikat : hakikat güneşi
talib-i hak : gerçeği arayan, doğruyu isteyen
tasdik-i nübüvvet : peygamberliğin kabulü, tasdiki
teklif : kulluk görevini yükleme, yükümlülük, sorumluluk
temessük : sarılma
tenbih : ikaz, uyarı
teslim : kabul edip boyun eğme
teşviş etme : karıştırma, karmakarışık etme
ubudiyet : kulluk
zahir olan : görünen, ortaya çıkan
zahiriyyun : zahirciler, dış görünüşe aldananlar, dışa yansıyan yönlere göre hüküm verenler
ziya : ışık
Yükleniyor...