İkinci mahmil: Sevr, imaret ve ziraat-i arzın en büyük vasıtası olan öküzdür. Hût ise, ehl-i sevahilin, belki pek çok nev-i beşerin medar-ı maişeti olan balıktır. Nasıl biri sual ederse, “Devlet ne şey üstündedir?” Cevap verilir: “Kılıçla kalem üstündedir.” Veyahut “Medeniyet ne ile kaimdir?” “Mârifet ve san’at ve ticaretle” cevap verilir. Veyahut “Nev-i beşer, ne şey üzerinde beka bulur?” Cevap ise: “İlim ve amel üstünde beka bulur.”

Kezalik, vallahu a’lem, Fahr-i Kâinat buna binaen cevap vermiş. Şöyle sual eden zât, İkinci Mukaddemenin sırrıyla, böyle hakaike zihni istidat kesb etmediğinden vazifesi olmayan bir şeyden sual ettiği gibi, Peygamberimiz de asıl lâzım olan şöyle cevap buyurdu ki: “Yer, sevr üstündedir.” Zira, yerin imareti nev-i beşer iledir. Nev-i beşerden olan ehl-i kurâ’nın menba-ı hayatları, ziraat iledir. Ziraat ise, öküzün omuzu üstündedir ve zimmetindedir. Kısm-ı diğeri olan ehl-i sevahilin âzam-ı maişetleri, belki ehl-i medeniyetin büyük bir maden-i ticaretleri, balığın cevfinde ve hûtun üstündedir. 1 كُلُّ الصَّيْدِ فِى جَوْفِ الْفَرَا meselesine mâsadaktır. Bu lâtif bir cevaptır. Mizah da olsa haktır. Zira mizah etse de yalnız hak söyler. Faraza, sâil keyfiyet-i hilkatten sual etmişse, fenn-i beyanda olan 2 تَلَقَّى السَّامِعُ بِغَيْرِ الْمُتَرَقَّبِ kaidesinin üslûb-u hakîmanesiyle, lâzım ve istediği cevabı vermiştir. Yoksa, hasta olan sail, iştiha-i kâzibiyle istediği cevabı vermemiştir.

3 وَيَسْئَلُونَكَ عَنِ اْلاَهِلَّةِ قُلْ هِىَ مَوَاقِيتُ للِنَّاسِ bu hakikate bir beraatü’l-istihlâldir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Bütün av, yaban eşeğinin karnındadır (Yani onu avlayan av ihtiyacını karşılar ve başka avlara ihtiyacı kalmaz).
2 : İşitenin, beklemediği bir cevapla karşılaşması (Beklenilmeyen şeyi işitmek).
3 : “Sana yeni doğan aylardan soruyorlar. De ki: Onlar insanlar için birer zaman ölçüsüdür.” Bakara Sûresi, 2:189.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âdâtullah : Allah’ın tabiata koyduğu kanun ve prensipler
beraatü’l-istihlâl : maksadı en güzel şekilde ifade eden giriş bölümü
burç : bazı yıldızların ayın belirli günlerinde bir araya gelerek oluşturdukları kümeler
caiz : doğru, sakıncasız
cârî : cereyan eden, yürürlükte olan
câzibe-i umumîye : (fizik) genel çekim kanunu
cevf : karın
amel : bilineni uygulama, çalışma, emek sarfetme
âzam-ı maişet : en büyük geçim kaynağı
beka bulmak : kalıcı ve sürekli hâle gelmek
daire-i akide : inanç dairesi
daire-i esbab : sebepler dairesi
dest-i kudret : Allah’ın kudret eli
ehl-i kurâ : köylerde yaşayanlar; kırsal kesimde olanlar
ehl-i medeniyet : şehirliler
ehl-i sevahil : sahillerde yaşayanlar; geçimlerini denizcilik ve balıkçılıkla temin edenler
esbab-ı zahiriye : görünürdeki sebepler
Fahr-i Kâinat : kâinatın kendisiyle övündüğü zât; Peygamberimiz (a.s.m.)
hakaik : hakikatler, esaslar, gerçekler
hikmet : amaç, gaye, sır, fayda, mânâ
hût : büyük balık
imaret : bayındırlık; bir yerin ömür sürülür, yaşanır hâle getirimesi
istidat : kàbiliyet, yetenek
izhar-ı izzet ve saltanat : izzet ve saltanatı gösterme; âşikâr etme
izzet : yücelik, değer, itibar
kaim : ayakta duran, ayakta durma
kesb etmek : kazanmak
kezalik : böylece, bunun gibi
kısm-ı diğer : diğer kısım
maden-i ticaret : ticaret kaynağı
mahmil : bir söze yüklenen muhtemel mânâlardan her birisi
mârifet : eğitim, bilgi
medar-ı maişet : geçim kaynağı
melekûtiyet : bir şeyin görünmeyen iç yüzü, aslı, hakikati
menba-ı hayat : hayat kaynağı
mukaddeme : giriş, giriş bölümü
mübaşeret : temas, ilgi, doğrudan bağlantı
müessir-i hakikî : gerçek tesir sahibi olan, bütün sebepleri yaratıp hükmeden
mülâbeset : karışma, münasebet, iki şeyin karıştırılarak birbirine benzetilmesi
mün’atıf olma : meyletme, yönelme, bakma
münasip : uygun
nazar : dikkat, bakış açısı, göz
nev-i beşer : insanlar
sevr : öküz, boğa
tabir : ifade
tesir-i hakikî : gerçek tesir
ulvî : yüce
umur-u hasise : çirkin, sıradan işler
vallahu a’lem : en iyisini Allah bilir
vaz’ : koyma, yerleştirme
zahiren : dış görünüş itibariyle
Zat-ı Akdes : bütün kusurlardan, eksiklikten, şirkten sonsuz derecede yüce olan Allah
zimmet : sorumluluk
ziraat : tarım
ziraat-i arz : tarım; toprağın ekilip biçilmesi
çendan : gerçi, her ne kadar
ecram : gök cisimleri, yıldızlar
faraza : varsayalım ki
farazî : var sayılmış
farz etmek : var saymak
fenn-i beyan : beyân ilmi; teşbih, istiâre, mecaz, kinâye gibi bir sözün anlatım üslûplarını ele alan belâgat ilminin bir dalı
hak : doğru, gerçek
hakikat : doğru, gerçek
hikmet-i atika : (Batlamyus'un) dünya merkezli kâinat anlayışını kabul eden eski bilim ve felsefe
hikmet-i cedide : yeni bilim ve felsefe; çağdaş gök bilimi
hût : büyük balık; Balık burcu
ıstılahen : terim olarak
iştiha-i kâzib : yalancı istek, arzu; gerçekte istenmeyen, arzu edimeyen
kaide : kural, prensip
keyfiyet-i hilkat : yaratılışın niteliği, yaratılış özelliği
lâfzen : sözlü olarak
lâtif : hoş, güzel
mahmil : bir söze yüklenen muhtemel mânâlardan her birisi
mahrek-i senevî : bir gezegenin bir sene boyunca döndüğü daire, hareket yolu, yıllık yörüngesi
mâsadak : bir söz veya hükmü doğrulayan husus, doğrulayıcı unsur
medâr-ı arz : dünyanın yörüngesi, dünyanın güneş etrafında dolaşırken çizdiği daire
mervî : rivayet edilen (hadis)
mevhume : gerçekte olmadığı halde var sayılan
mukadder : takdir olunmuş, var sayılmış
müsemmâ : adlandırılan, isimlendirilen, bir isme konu olan
nazar : bakış, görüş
nazm ve rapt : dizme, tertip etme ve bağlama
nokta-i nazar : bakış noktası, açısı
sâil : soru soran
sema : gök
sevr : öküz, boğa; Boğa burcu
taaddüd etmek : çoğalmak, birden fazla olmak
tâbir-i hakîmâne : hikmetli ifade; sorulan bir suale, soranın hâlini dikkate alarak cevap verme
tahassul etmek : netice olarak ortaya çıkmak
tazammun etmek : içine almak, kapsamak
temerküz etmek : yerleşmek, görünmek
tevil : yorumlama, yorum; sözün ilk anlamını değil de ihtimal dahilinde bulunan başka anlamlarını (mecâzî) esas alarak yorumlama
üslûb-u hakîmane : hikmetli üslûp; sorulan bir suale, soranın hâlini dikkate alarak cevap verme
yeni hikmet : yeni felsefe, çağdaş bilim
Yükleniyor...