Üçüncü mahmil: Sevr ve Hût, arzın mahrek-i senevîsinde mukadder olan iki burçtur. O burçlar, eğer çendan farazî ve mevhumedirler. Asıl ecramı nazm ve rapt ile yüklenmiş olan âlemde cârî ve lâfzen ve ıstılahen “câzibe-i umumîye” ile müsemmâ olan âdâtullahın kanunu o burçlarda temerküz ve tahassul ettiğinden, “Arz burçlar üstündedir” olan tâbir-i hakîmâne caizdir. Bu mahmil, hikmet-i cedide nokta-i nazarındadır. Zira, hikmet-i atika, burçları semada; hikmet i cedide ise, medâr-ı arzda farz etmişlerdir. Bu tevil, yeni hikmetin nazarında büyük bir kıymeti tazammun eder.

Hem de mervîdir: Sual taaddüd etmiş. Bir kere “Hût üstündedir”; demek bir aydan sonra “Sevr üstündedir” denilmiştir. Yani, feza-yı gayr-ı mahdudenin her tarafında münteşir olan mezbur kanunun huyût ve eşi’alarının nokta-i mihrakiyesi olan Hût burcunda temerküz ettiğinden, küre-i arz Delv burcundan koşup Hût’taki tedellî eden kanunu tutup, şecere-i hilkatin bir dalıyla semere gibi asıldı. Veyahut kuş gibi kondu. Sonra tayyar olan yer, yuvasını burc-u Sevr üstünde yapmış demektir. Bunu bildikten sonra, insafla dikkat et. Beşinci Mukaddemenin sırrıyla ehl-i hayalin ihtirâ-kerdesi olan kıssa-i acîbe-i meşhurede acaba hikmet-i ezeliyeye isnad-ı abesiyet ve san’at-ı İlâhiyede isbat-ı israf ve burhan-ı Sâni olan nizam-ı bedîi ihlâl etmekten başka neyle tevil olunacaktır? Nefrin, hezârân nefrin, cehlin yüzüne!
• • •
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

burc-u Sevr : Boğa (öküz) burcu
burhan-ı Sâni : Allah’ın herşeyi mükemmel bir şekilde ve san’atla yaratmasının delili
cehl : cehalet, bilgisizlik
delâlet : delilin işaret ettiği mânâ
Delv burcu : Kova burcu
efham : anlayışlar, idrakler
âdâtullah : Allah’ın tabiata koyduğu kanun ve prensipler
beraatü’l-istihlâl : maksadı en güzel şekilde ifade eden giriş bölümü
burç : bazı yıldızların ayın belirli günlerinde bir araya gelerek oluşturdukları kümeler
caiz : doğru, sakıncasız
cârî : cereyan eden, yürürlükte olan
câzibe-i umumîye : (fizik) genel çekim kanunu
cevf : karın
çendan : gerçi, her ne kadar
ecram : gök cisimleri, yıldızlar
faraza : varsayalım ki
farazî : var sayılmış
farz etmek : var saymak
fenn-i beyan : beyân ilmi; teşbih, istiâre, mecaz, kinâye gibi bir sözün anlatım üslûplarını ele alan belâgat ilminin bir dalı
hak : doğru, gerçek
hakikat : doğru, gerçek
hikmet-i atika : (Batlamyus'un) dünya merkezli kâinat anlayışını kabul eden eski bilim ve felsefe
hikmet-i cedide : yeni bilim ve felsefe; çağdaş gök bilimi
hût : büyük balık; Balık burcu
ıstılahen : terim olarak
iştiha-i kâzib : yalancı istek, arzu; gerçekte istenmeyen, arzu edimeyen
kaide : kural, prensip
keyfiyet-i hilkat : yaratılışın niteliği, yaratılış özelliği
lâfzen : sözlü olarak
lâtif : hoş, güzel
mahmil : bir söze yüklenen muhtemel mânâlardan her birisi
mahrek-i senevî : bir gezegenin bir sene boyunca döndüğü daire, hareket yolu, yıllık yörüngesi
mâsadak : bir söz veya hükmü doğrulayan husus, doğrulayıcı unsur
medâr-ı arz : dünyanın yörüngesi, dünyanın güneş etrafında dolaşırken çizdiği daire
mervî : rivayet edilen (hadis)
mevhume : gerçekte olmadığı halde var sayılan
mukadder : takdir olunmuş, var sayılmış
müsemmâ : adlandırılan, isimlendirilen, bir isme konu olan
nazar : bakış, görüş
nazm ve rapt : dizme, tertip etme ve bağlama
nokta-i nazar : bakış noktası, açısı
sâil : soru soran
sema : gök
sevr : öküz, boğa; Boğa burcu
taaddüd etmek : çoğalmak, birden fazla olmak
tâbir-i hakîmâne : hikmetli ifade; sorulan bir suale, soranın hâlini dikkate alarak cevap verme
tahassul etmek : netice olarak ortaya çıkmak
tazammun etmek : içine almak, kapsamak
temerküz etmek : yerleşmek, görünmek
tevil : yorumlama, yorum; sözün ilk anlamını değil de ihtimal dahilinde bulunan başka anlamlarını (mecâzî) esas alarak yorumlama
üslûb-u hakîmane : hikmetli üslûp; sorulan bir suale, soranın hâlini dikkate alarak cevap verme
yeni hikmet : yeni felsefe, çağdaş bilim
ehl-i hayal : hayalciler, hayalperestler
eşi’a : şualar, ışınlar, bir kaynaktan çıkıp dağılan ince ışık hüzmeleri
feza-yı gayr-ı mahdude : sınırsız uzay boşluğu
hezârân : binlerce, pek çok
hikmet-i ezeliye : Allah’ın ezelî hikmeti, herşeyi yerli yerinde ve bir gaye ve faydaya yönelik yapması
Hût : büyük balık; Balık burcu
huyût : ipler, teller
ihlâl etmek : bozmak, karıştırmak
ihtirâ-kerde : uydurdukları eşsiz şey
imkân : mümkün olma, bir şeyin olabilirlik derecesi
imtinâ : imkânsızlık
insaf : merhamet ve adalet dairesinde hareket, vicdanlı bakış
isbat-ı israf : gereğinden fazla kullandığını gösterme
isnad-ı abesiyet : faydasızlık, anlamsızlık isnad etme
Kaf Dağı : yeryüzünü çepeçevre kuşattığı kabul edilen efsanevî dağ
kat’î : kesin, şüphesiz
keyfiyet : durum, nitelik
kıssa-i acîbe-i meşhure : hayret verici meşhur kıssa
küre-i arz : yerküre, dünya
mahiyet : bir şeyin iç yüzü, esası, asıl yapısı
malûm : bilinen, belli
metin : yazı, lâfız, ibare
mezbur : adı geçen, yukarıda söylenen
mukaddeme : giriş, giriş bölümü
murad : kast edilen, istenen
münteşir : yayılmış olan
mütehayyir olma : hayret etme, şaşkınlığa düşme
neam : evet
nefrin : nefretler, beddua
nizam-ı bedîi : eşsiz derecede güzel, benzersiz düzen, kanun
nokta-i mihrakiye : odak noktası (yanma noktası); ışığın toplandığı merkez nokta
sadef : inci kabuğu, içinde inci bulunan kabuk ambalaj
san’at-ı İlâhiye : Allah’ın san’atı
semere : meyve
Sevr : öküz, boğa; Boğa burcu
şecere-i hilkat : yaratılış ağacı
tasarruf etme : bir şeyi dilediği gibi kullanma
tayyar : uçan
tedellî etme : uzanıp aşağıya inme, salınma, sarkma
temerküz etmek : odaklaşmak, bir merkezde toplanmak
temyiz etmek : ayırt etmek
tevil : yorumlama, yorum; sözün ilk anlamını değil de ihtimal dahilinde bulunan başka anlamlarını (mecâzî) esas alarak yorumlama
tezahum : biraraya toplanıp, sıkışma; birbiriyle uyuşmayıp çatışma, mücadele etme
vehim : zan, şüphe, kuruntu
vücud : varlık, var olma
yakîn : kesin ve doğru bilgi
zunûn : kesinlik ifade etmeyen zanlar, tahminler
Yükleniyor...