İşaret

Bu tasviratla beraber, hiss-i zahire istinaden, zahir, mutaassıbane bir cümud-u bâridi göstermek, nasıl ki belâgatin hararet ve letafetine münafidir. Öyle de, delil-i Sâni olan nizam-ı âlemin esası olan hikmetullahın şahidi olan istihsan-ı aklîye cârih ve muhaliftir. Şöyle:

Meselâ, Sübhan Dağına çok fersahla uzak bir mesafeden müteveccih olsan ve istesen ki, Sübhan senin cihât-ı erbaana mukabil gelse, veyahut her cihete mukabil olarak görmüşsün. Bu tebdil ve tebeddüle lâzım olan rahat bir sebebi olan kaç hareket-i vaz’iye ile birkaç adım atmak gibi en kısa yolu terk ve Sübhan Dağı gibi dehşetli bir cirm-i azîmi seni hayrette bırakacak bir daire-i azîmeyi kat etmesini tahayyül veya teklif etmek gibi gayet uzun yolu ve israf ve abesiyete acip bir misali nizam-ı âleme esas tutmak, bence nizama cinayet etmektir. Şimdi insafla, nazar-ı hakikatle bu taassub-u barideye bak: Nasıl istikra-i tâmmın şehadetiyle sabit olan bir hakikat-i bâhireye muaraza ediyor. O hakikat ise budur:

Hilkatte israf ve abes yoktur. Ve hikmet-i ezeliye, kısa ve müstakim yolu terk etmez. Uzun ve müteassif yolu ihtiyar etmez. Öyleyse, acaba istikrâ-i tâmmın mecaza karine olmasından ne mani tasavvur olunur ve neden câiz olmasın?
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abes : faydasız, boş
abesiyet : faydasız ve gayesiz oluş
acip : acaip, tuhaf
belâgat : sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
câiz : mümkün, sakıncasız
cârih : şahitliği reddeden, yaralayan
cihât-ı erbaa : sağ, sol, ön, arka, dört yön, ana yönler
cirm-i azîm : büyük cisim
cümud-u bâridi göstermek : aşırı katı, soğuk tutum göstermek
daire-i azîme : büyük daire
delil-i Sâni : herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah’ın delili
ehl-i zahir : âyet ve hadislerin sadece lâfızlarına, şeklî mânâlarına göre tefsir yapıp hüküm verenler
fersah : üç mil, beş kilometre veya dört saatlik mesafeye tekabül eden bir uzunluk ölçüsü
hakikat-i bâhire : ap açık hakikat, gerçek
hararet : sıcaklık; samimilik, etkileyicilik
hareket-i vaz’iye : hareket şekli, hareket konumu ve pozisyonu
hikmet-i ezeliye : Allah’ın ezelî hikmeti, herşeyi yerli yerinde ve bir gaye ve faydaya yönelik yapma sıfatı
hikmetullah : Allah’ın hikmeti
hilkat : yaratılış
hiss-i zahir : zâhirî his; dış duyularla bir şeyi hissetme, algılama
israf : savurganlık
istihsan-ı aklî : akıl tarafından beğenilme, güzel bulunma
istikra-i tâmm : ayrı ayrı hadiselerdeki ortak nitelikleri tesbit edip genel bir sonuç çıkarma; tümevarım, endüksiyon
istinaden : dayanarak
karine : bilinmeyen bir şeyin anlaşılmasına yarayan ipucu, işaret
kübrâ : büyük önerme; kıyası oluşturan önermelerden birisidir. Kıyasın sonuç önermesinin yüklemi olan büyük terim, bu büyük önermede bulunur
letafet : şirinlik, hoşluk
mecaz : asıl mânâsının anlaşılmasına engel teşkil eden bir karineyle (işaretle) beraber, bir münasebetten dolayı, asıl konulduğu mânânın dışında kullanılan lâfız (mecaz)
misal : örnek
muaraza : sözle mücadele
muhalif : aykırı, zıt
mukabil : karşılık
mukaddeme/mukaddemat : başlangıç, başlangıçlar, giriş bölümleri
mutaassıbane : taassup göstererek, tutucu davranarak
münafi : zıt
müstakim : doğru ve düzgün
müteassif : dolambaçlı ve uzun, güvenli olmayan, sapkın
müteveccih olma : yönelme
nazar-ı hakikat : hakikat nazarı, gözü
nizam : düzen
nizam-ı âlem : kâinatın düzeni
suğrâ : küçük önerme; kıyası oluşturan önermelerden birisidir. Kıyasın sonuç önermesinin öznesi olan küçük terim bu küçük önermede bulunur
şahid : tanık, delil
şehadet : şahidlik, tanıklık
taassub-u baride : katı, soğuk taassup
tahayyül : hayal etme
tasavvur : düşünme, hayal
tasvirat : tasvirler, anlatımlar
tebeddül : değişim
teşviş : karıştırma, karmakarışık etme
zahir : dış, görünen
Yükleniyor...