Hem de,
كَأَنَّ قَلْبِى وُشَاحَاهَا اِذَا خَطَرَتْ - وَقَلْبَهَا قُلْبُهَا فِى الصَّمْتِ وَالْخَرَسِ
Yani, “Kalbim mâşukumun kemeri gibi hareket ve hışhış etmekte; onun kalbi ise onun bileziği gibi sükûn ve sükûttadır. Demek beli ince, bileği kalın olduğu gibi, kalbim müştak, onun kalbi müstağnîdir. Demek, hüsün ve aşkı ve istiğnayı ve iştiyakı bir taşla vurmuştur.”

Hem de,
وَاَلْقٰى بِصَحْرَاۤءِ الْغَبِيطِ بَعَاعَهُ - نُزُولَ الْيَمَانِىِّ ذِى الْعِيَابِ الْمُحَمَّلِ
Yani, “Tâcir-i Yemenî gibi yağmurdan gelen sel, yüklerini, eskallerini gabît sahrâsına attı. Nasıl ki bir tüccar akşamda bir köye gelse, gecede köylüler rengârenk eşyalarını satın alsalar; sabahleyin herkes bir renkle süslenmiş olduğu halde evinden çıkıyor. Hattâ köyün çobanı dahi kırmızı bir mendili bağlıyor. Öyle de, sel sahrâya yükünü attığı gibi, ticaret-i hafiyeye benzer imtizâcât-ı kimyeviyeyle çiçeklerin nazeninlerine güya rengârenk elbise alınır, dikilir. Hattâ çiçeklerin çobanı ıtlakına şayan olan kefne 1 başını kırmızılaştırıyor.”

Hem de,
غَارَ الْوَفَاءُ وَفَاضَ الْغَدْرُ وَانْفَرَجَتْ - مَسَافَةُ الْخُلْفِ بَيْنَ الْقَوْلِ وَالْعَمَلِ
Yani, “Vefa, gavr-ı in’idama çekildi. Tûfan-ı gadir feverana başladı. Kavl ve amel ortasında uzun bir mesafe açıldı.”

Uzağa gitmek istemiyorsan, bu makalenin bir parça mâkabline nazar et. Bu meseleye nümune olmak için çok parçaları bulacaksın. Ezcümle: “Âyâtın delail-i i’câzının miftahı ve esrar-ı belâgatının keşşâfı yalnız belâgat-ı Arabiyedir. Felsefe-i Yunaniye değildir.”

Veyahut makale-i ûlâda olan mesele-i ûlânın hâtimesindeki işarete bak. İşte: “Hilkat denilen şeriat-ı fıtriyye, meczup ve misafir olan küre-i arza farz etmiştir ki: Şemse iktida eden yıldızların safında durmak, şüzûz etmemek... Zira, zemin zevciyle beraber 2 اَتَيْناَ طآئِعِينَ demişlerdir. Taat ise cemaatle daha ahsendir.”

Şimdi teemmül et. Bu misaller, karşı ve arkalarından öyle makamatı gösterir ki, arkalarından başka makamat hayal-meyal gibi başını çıkarıyor.
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Dikenli, ihrak edilir bir dağ mahsulüdür.
2 : “İsteyerek emrine uyduk.” Fussilet Sûresi, 41:11.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

cirit : ucu temrenli bir çeşit mızrak
çal (at) : çevik at, hareketli ve şahlanan at
dimağ : beyin
edeb : terbiye; edebiyat
eskal : ağır yükler, ağırlıklar
gabît sahrâsı : gabît çölü; Arap Yarımadasında, Benî Yerbû’ kabilesinin yaşadığı ve bugün Yemen sınırları içerisinde yer alan bir çölün adı
hüsün : güzellik
imtizâcât-ı kimyeviye : kimyasal bileşimler, kimyasal karışımlar
istiğnâ : ihtiyaç hissetmeme
iştiyak : arzu, istek
kısas : ödeşmek, hakkını almak
mâşuk : aşık olunan, sevgili
mecrâ : yol, akış yeri, su yolu
müstağnî : ihtiyaç hissetmeyen, muhtaç olmayan
müştak : arzulu, istekli
nazenin : ince, duyarlı, nazlı
nevm-i gaflet : gaflet uykusu
nur-u mütecessim : cisimleşmiş, maddî yapıya bürünmüş nur
subh : sabah vakti, tan yeri
subh-misal : sabahın aydınlığı gibi, sabaha benzer
sükûn : hareketsiz, sabit
sükût : sessiz, suskun
Tâcir-i Yemenî : Yemenli tüccar
tayyar : uçan
ticaret-i hafiye : gizli ticaret
yed-i beyzâ : beyaz, parlak el [Hz. Mûsâ’nın (a.s.) bir mu’cizesine telmih var; Hz. Mûsâ’nın eli mu’cize olarak nur saçardı]
ahsen : daha güzel
âyât : âyetler, Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri
belâgat-ı Arabiye : Arap belâgati, Arap edebiyatı
delail-i î’câz : Kur'ân'ın mu'cizeliğini gösteren deliller (Kur'ân'ın mu'cizeliğini ispat eden Abdülkahir Cürcânî'nin belâgat ilmine dair eserine telmih vardır.)
esrar-ı belâğat : belâgat sırları (Kur'ân'ın belâgat sırlarını açan mu'cizeliğini ispat eden Abdülkahir Cürcânî'nin belâgat ilmine dair eserine telmih vardır)
ezcümle : bu cümleden; meselâ, örneğin
Felsefe-i Yunaniye : Yunan Fesfesi
feverana başlama : şiddetlenme, köpürüp taşma, çoşma
gavr-ı in’idam : yokluk çukuru
hâtime : sonuç, son bölüm
hilkat : yaratılış
ıtlak : isimlendirme, adlandırma
ihrak : yakma
iktida eden : uyan
istihsal : elde etme, meydana getirme
kavl ve amel : söz ve fiil, iş
kelâm : ifade, söz
keşşâf : keşfeden, açan (Kur'ân'ın belâgat sırlarının perdesini aralayan ve mu'cizeliğini ispat eden Zemahşerî'nin belâgat ilmine dair "Keşşâf" isimli eserine telmih vardır)
küre-i arz : yer küre, dünya
maânî : mânâlar, anlamlar
mahsul : ürün
mâkabl : önceki, öncesi
makale-i ûlâ : birinci makale
makamat : makamlar
meczup : cezbedilmiş, tutulmuş
miftah : anahtar, açan (Kur'ân'ın belâgat sırlarını açan mu'cizeliğini ispat eden Sekkâkî'nin belâgat ilmine dair eserine telmih vardır)
nazar etmek : bakmak
semerat : meyveler, neticeler
suver-i muteaddide : çeşitli şekiller, suretler
şayan : lâyık, yaraşır
şeriat-ı fıtriye : fıtrî şeriat, âdetullah; kâinatta düzen ve intizamı sağlayan, bütün varlıkların uymak zorunda olduğu kanunların tamamı
şüzûz etmemek : kural dışında, saf dışında kalmamak, istisna olmamak
taat : itaat, Allah’ın emirlerine uyma
tabakat-ı muhtelife : çeşitli tabakalar
teemmül : inceden inceye düşünme
teşekkül eden : oluşan
tûfan-ı gadir : hainlik tufanı
unsur : element, madde
zevc : çift, eş; burada dünyanın eşi olarak sema kastedilir
Yükleniyor...