Sual: Ulema-i eslâf istibdadın fenalığından bahsetmişler mi? HAŞİYE-1
Cevap: Bin kere evet. Zira ağleb-i şuarâ kasidelerinde, çok müellifler kitaplarının dibacelerinde zamandan şikâyet ve dehre itiraz ve feleğe hücum etmiş ve dünyayı ayak altına alıp çiğnemişler. Eğer kalb kulağıyla ve akıl gözüyle dinleyip baksanız, göreceksiniz ki: Bütün itirazat okları, mazinin muzlim perdesine sarılan istibdadın bağrına gider. Ve işiteceksiniz ki, bütün vâveylâlar istibdat pençesinin tesirinden gelir. Gerçi istibdat görünmüyordu ve ismi belli değildi; lâkin herkesin ruhu istibdadın mânâsıyla tesemmüm ederdi. Ve bir zehir atanı bilirdi. Bazı kuvvetli dâhiler nefes aldıkça amîk ve derin bir feryat koparırlardı. Fakat akıl onu güzelce tanımazdı. Çünkü karanlıkta ve toplanmamış idi.

Vaktâ ki o mânâ-yı istibdadı, def’i muhal bir belâ-yı semâvî zannettiler; zamana hücum ve dehrin başına tokat ve feleğin bağrına oklar atmaya başladılar. Çünkü bir kaide-i mukarreredir: Birşey cüz-i ihtiyarînin dairesinden ve cüz’iyetten çıkıp külliyet dairesine girse, veyahut bihasebil’âde def’i muhal olsa, zamana isnat edilir ve kabahat dehre atılır. Taşlar feleğin kubbesine vurulur. Eğer iyi temâşâ etsen göreceksin ki, feleğe atılan taşlar, döndüğü vakit bir yeis olarak kalbde tahaccür eder.

اُنْظُرْ كَيْفَ اَطَالُوا فِيمَا لاَيَلْزَم ُ وَكُلَّمَاۤ اَضَاۤئَتْ لَهُمُ السَّعَادَةُ اَثْنَوْا عَلٰى مَنْ سَادَهُمْ وَكُلَّماَ اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ شَتَمُوا الزَّمَانَ1
HAŞİYE-2
Sual: Acaba şu zaman ve dehrin şikâyetinden Sâni-i Zülcelâlin san’at-ı bedîine itiraz çıkmaz mı?
Cevap: HAŞİYE-3 Hayır, asla! Belki mânâsı şudur: Güya şikâyetçi der ki: İstediğim emir ve arzu ettiğim şey ve teşehhî ettiğim hâl ise, hikmet-i ezeliyenin düsturu ile tanzim olunan âlemin mahiyeti müstaid ve inayet-i ezeliyenin pergârıyla nakşolunan feleğin kanunu müsait ve meşîet-i ezeliyenin matbaasında tab olunan zamanın tabiatı muvafık ve mesâlih-i umumiyeyi tesis eden hikmet-i İlâhî razı değillerdir ki, şu âlem-i imkân, Feyyaz-ı Mutlakın yed-i kudretinden şu ukûlümüzün hendesesiyle ve tehevvüsümüzün iştahasıyla istediğimiz semeratı koparsın. Verse de tutamaz, düşse de kaldıramaz. Evet, bir şahsın tehevvüsü için büyük bir dâire-i muhîta hareket-i mühimmesinden durdurulmaz.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE-1 : Bu suâl-cevap dahi her zaman yaşayabileceğinden, o kırk sene evvelki ders şimdi dahi lüzumludur, yaşar.
HAŞİYE-2 : Dur, geçme, anla. Yani iyilikleri reislere, fenalıkları zamana verip şetimle şekvâ ederler.
HAŞİYE-3 : Çok ehemmiyetli bir cevaptır.
1 : Bak, gereksiz şeylerin içinde nasıl da kalakaldılar. Ne zaman saadet önlerini aydınlatsa reislerini överler; ne zaman da üzerlerine karanlık çökse zamanı kötülerler.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlem-i imkân : kâinat; varlığı ile yokluğu eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan âlem (bk. m-k-n)
amel : davranış, iş
bahşiş-i şairâne : şair tarafından şiir şeklinde sunulan bahşiş ve hediye
çendan : gerçi, her ne kadar
daire-i muhîta : kuşatıcı, geniş daire
ağleb-i şuarâ : şairlerin çoğunluğu
ahlâf : halefler; meslek, san’at, ilim gibi benzer şeylerde, sonra gelenler
amîk : derin, inceden inceye
avdet etme : geri dönme
belâ-yı semâvî : Allah tarafından insanlara verilen belâ ve musibet
bihasebil’âde : âdet olduğu üzere, normalde, olağan şekilde
cüz’iyet : ferdîlik, bireysellik (bk. c-z-e)
cüz-i ihtiyarî : insanın sınırlı iradesi (bk. c-z-e; ḫ-y-r)
def’ : ortadan kaldırma, uzaklaştırma
dehr : devir, çağ, zaman
dibace : bir kitapta yer alan önsöz bölümü
eslâf : selefler; meslek, san’at, ilim gibi benzer şeylerde önce gelenler
ezyal : kuyruklar
felek : talih, baht, kader
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
isnat etmek : dayandırmak (bk. s-n-d)
istibdat : baskı, despotluk
itirazat : itirazlar
kabahat : suç
kaide-i mukarrere : kesinleşmiş kural
kaside : övgü şiiri (bk. ḳ-ṣ-d)
kubbe : yarım küre; kümbet şeklinde yapılan bina damları
külliyet : kapsamlılık, bütün fertleri içine alma (bk. k-l-l)
mânâ-yı istibdat : istibdat mânâsı; istibdadın gerçek mânâsı, özü olan baskı ve zorbalık (bk. a-n-y)
mazi : geçmiş zaman
muhal : gerçekleşmesi imkânsız
muzlim : karanlık (bk. ẓ-l-m)
müellif : bir kitap telif eden, yazar
müstehak : hak etmiş, lâyık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
nedamet etme : pişman olma
reis : başkan, lider
şekvâ : şikâyet
şetmetmek : sövmek
tahaccür etme : taşlaşma, katılaşma
tahkir : aşağılama, hafife alma, hakaret etme
temâşâ etmek : bakmak, seyretmek
tesemmüm etme : zehirlenme
teşebbüsat : girişimler
ulema-i eslâf : önceki âlimler (bk. a-l-m)
vaktâ ki : ne zaman ki
vâveylâ : çığlık, feryad
yeis : ümitsizlik
dehr : devir, çağ, zaman
dehrin şikâyeti : zamandan, çağdan şikâyetçi olma
düstur : kural, prensip
felek : kader; âlem
Feyyaz-ı Mutlak : sınırsız feyiz, bolluk ve bereket veren Allah (bk. f-y-ḍ; ṭ-l-ḳ)
hareket-i mühimme : önemli hareket
hasenat : iyilikler, güzel davranış ve uygulamalar (bk. ḥ-s-n)
hendese : plân, proje; mühendislik
hikmet-i ezeliye : Allah’ın ezelî hikmeti, herşeyi yerli yerinde ve bir gaye ve faydaya yönelik yapması (bk. ḥ-k-m; e-z-l)
hikmet-i İlâhî : Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatı (bk. ḥ-k-m; e-l-h)
ifrat : bir meselede aşırılık gösterme
inayet-i ezeliye : Allah’ın kâinata koyduğu bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan nizam, düzen (bk. a-n-y; e-z-l)
istibdatkârâne : keyfî idareye yakışır şekilde, baskı ve zorbalık yoluyla
iştaha : istek, arzu
kaide : düstur, kural
lâtif : ince, güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
mahiyet : esas nitelik, özellik
mesâlih-i umumiye : herkes için yararlı şeyler (bk. ṣ-l-ḥ; ḥ-y-y)
meşîet-i ezeliye : ezelî olan Allah’ın iradesi, dilemesi (bk. e-l-h)
muvafık : lâyık, uygun
müsabaka : yarışma
müsait : uygun
müstaid : hazır, müsait (bk. a-d-d)
müstebid : baskıcı, diktatör, despot
nakşolma : işleme, süsleme (bk. n-ḳ-ş)
nazar : bakış, göz (bk. n-ẓ-r)
pergâr : pergel, daire çizmeye yarayan âlet
san’at-ı bedîi : eşi benzeri olmayan san’at (bk. ṣ-n-a)
Sâni-i Zülcelâl : herşeyi san’atla yapan sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
semerat : meyveler, neticeler
senâ etme : övme, methetme
seyyiat : günahlar, kötülükler
tab olunan : yazılan, basılan (bk. ṭ-b-a)
tanzim : düzenleme, düzene koyma (bk. n-ẓ-m)
tehevvüs : heveslenme
tesis eden : kuran, yerleştiren
teşehhî etme : isteme, arzulama
ukûl : akıllar
ümerâ : âmirler, idareciler (bk. k-l-m)
yed-i kudret : Allah’ın kudret eli (bk. ḳ-d-r)
Yükleniyor...