İkinci Kıyasın Hülâsa

Şu âlemde çok görüyoruz ki; zâlim, fâcir, gaddar gayet refah ve rahat ile ömür geçiriyor. Hâlbuki, görüyoruz ki; mazlum, fakir, mütedeyyin, hüsn-ü hulk sahibi, zahmet ve zillet ve mazlumiyette hayatını geçiriyor. Sonra mevt gelir, ikisini müsâvî kılar. Eğer şu müsavat, nihayetsiz ise zulüm görünür. Hâlbuki, zulümden tenezzühü kâinatın şehâdetiyle sabit olan adalet ve hikmet-i İlâhiye, bir mecma-ı âher iktiza eder ki; birincisi cezasını, ikincisi mükâfatını görsün.

Hem şu perişan beşer, sair ihvanı olan kâinat-ı muntazama gibi tanzim edecek ve istidâdıyla mütenasip tecziye ve mükafat edecek bir mahkeme-i kübrâ ister. Ta adâlet-i mahza tecellî etsin. Şu dar dünya beşerin ruhunda mündemiç olan istidâdât-ı gayr-ı mahdudenin sünbüllenmesine müsaid değildir. Demek başka âleme gönderilecektir. İnsanın cevheri büyüktür. Ebede namzettir. Mahiyeti âliyedir. Cinayeti dahi azimdir, intizamı da mühimdir. Sair kâinata benzemez, intizamsız olamaz. Mühmel kalamaz. Abes olamaz. Fenâ-yı mutlak ile mahkûm olamaz. Adem-i sırfa kaçamaz. Cehennem ağzını, Cennet dahi âğuş-u nazendârânesini açıp bekliyorlar.

Şu âyetler gibi, çok berâhîn-i lâtifeyi tazammun eden âyât-ı sâireyi kıyas eyle, tetebbu et! İşte bu Menâbi-i aşere muktazînin vücuduna kat’iyen delâlet eder.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abes : anlamsız, faydasız
adalet ve hikmet-i İlâhiye : Allah’ın adaleti ve hikmeti
adâlet-i mahza : tam ve mükemmel adalet; “ferdin hukuku aslâ fedâ edilemez” prensibini esas alan adalet
adem-i sırf : tam anlamıyla yokluk
âğuş-u nazendârâne : şefkatli ve merhametli kucak
âlem : dünya; evren, kâinat
âliye : yüce, yüksek
âyât-ı sâire : diğer, başka âyetler
azîm : büyük
berâhîn-i lâtife : ince ve güçlü deliller
cevher : esas, mahiyet, öz, ruh
delâlet etme : gösterme, delil olma, işaret etme
ebed : sonsuzluk
fâcir : günahkâr
fenâ-yı mutlak : sonsuza dek yok oluş; insanın kendisi ve ilgili olduğu herşey ile beraber tamamen yok olması
gaddar : acımasız, çok zulmeden
hülâsa : öz, özet
hüsn-ü hulk : güzel ahlâk
ihvan : kardeşler
iktiza etme : gerektirme
intizam : düzenlilik, tertiplilik
intizamsız : düzensiz
istidad : yetenek
istidâdât-ı gayr-ı mahdude : sayısız ve sınırsız yetenekler
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kâinat-ı muntazama : düzenli, sistemli varlıklar
kat’iyen : kesin olarak
kıyas : karşılaştırma
mahiyet : asıl nitelik, özellik
mahkeme-i kübrâ : âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme
mahkûm olma : cezalandırılma, hüküm giyme
mazlum : zulme, haksızlığa uğrayan
mazlumiyet : zulme uğramışlık, mazlum olma
mecma-ı âher : başka bir toplanma yeri, öldükten sonra âhirette toplanılacak olan mahşer yeri
menabi-i aşere : on kaynak
mevt : ölüm
muktazî : gerekçe, gerektirici sebep
mühmel kalma : ihmal edilme, boş bırakılma
mükâfat : ödül
mündemiç : içinde bulunan, içine yerleşen
müsavat : eşitlik
müsâvî : eşit, denk
mütedeyyin : dindar; dinin emirlerini eksiksiz yerine getiren
mütenasip : birbirine uygun
namzet : aday
nihayetsiz : sonsuz
refah : huzur, rahatlık
sair : diğer, başka
şehâdet : tanıklık, şahitlik
tanzim etme : düzenleme, düzene koyma
tazammun etme : içine alma, kapsama
tecellî : yansıma
tecziye : cezalandırma
tenezzüh : arı ve temiz olma, uzak olma
tetebbu : araştırıp incelemek, derinliğine inceleyip tanımak
vücud : varlık
zâlim : zulmeden, haksızlık eden
zillet : alçalma, aşağılık
zulüm : haksızlık, eziyet, işkence
Yükleniyor...