Meselâ, hararette merâtip, bürûdetin tahallüliyledir. Hüsündeki derecât, kubhun tedâhüliyledir. İlh... Mümkünatta hakikî, tabiî lüzum-u zâtî olmadığından kainatta ezdâd birbirine girebilmiş. Merâtip tevellüd ederek ihtilâfât ile tagayyürat neş’et etmiştir.. Madem ki, kudrette merâtip olamaz. Makdûrat dahi bizzarure kudrete nisbeti bir olur. En büyük en küçüğe müsâvî ve zerrat yıldızlara emsal olur.

İkinci Nokta: Sabıkan geçtiği gibi, kâinatın ayna gibi iki ciheti var. Biri mülk, biri melekûtiyet.

Mülk ciheti ezdâdın cevelangâhıdır. Hüsn-kubh, hayır-şer, sığar-kiber, sa’b-sehl gibi umurun mahall-i tevarüdüdür. Onun için vesait ve esbab vaz edilmiş. Ta dest-i kudret zahiren umur-u hasise ile mübaşir görünmesin. Azamet ve izzet öyle ister. Fakat hakikî tesir vermemiş. Vahdet öyle ister. HAŞİYE Melekûtiyet ciheti ise, herşeyde şeffâfedir. Teşahhusât karışmaz. O cihet vasıtasız Hâlikına müteveccihtir. Terettüb, teselsülü yoktur. İlliyet, maluliyet giremez. İ’vicacâtı yoktur. Avâik müdahale edemez. Zerre şemse kardeş olur. Evet Kudret, hem basit, hem nâmütenahî, hem zâtî... Mahall-i taalluk-u kudret, hem vasıtasız, hem lekesiz, hem isyansızdır. Büyük küçüğe tekebbürü yok, cemaat ferde rüchânı yok. Küll cüz’e nisbeten kudrete karşı fazla nazlanması olamaz.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE : Eğer vasıta hakikî olsa idi ve hakikî tesir verilse idi; hem bir şuur-u küllî verilmek lâzım idi. Hem bizzarure eser-i itkan, kemâl-i san’at muhtelif olacaktı. Hâlbuki en âdiden en âlîye, en küçükten en büyüğe itkan derece-i kemâlde, mâhiyetin kameti nisbetindedir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âdi : basit, sıradan
alî : yüksek, yüce
azamet : büyüklük, yücelik
bizzarure : ister istemez, zorunlu olarak
bizzarure : zorunlu olarak
bürudet : soğukluk
cevelângâh : gezip dolaşılan yer
cihet : taraf, yön
derecât : dereceler
derece-i kemâl : olgunluk, mükemmellik derecesi
dest-i kudret : kudret ve iktidar eli
emsal : misiller, denkler, benzerler
esbab : sebepler
eser-i itkan : eserdeki mükemmellik, sağlamlık ve kusursuzluk
ezdâd : zıtlar
hakikî : gerçek
Hâlık : herşeyi yaratan, var eden, yaratıcı Allah
hararet : ısı, sıcaklık
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hayır-şer : iyilik-kötülük
hüsn-kubuh : güzellik-çirkinlik
hüsün : güzellik
ihtilâfât : farklılıklar, ihtilâflar
İlh. : (ilâ âhir) sonuna kadar böylece devam edip gider
itkan : sağlamlık, kusursuzluk, mükemmellik
izzet : değer, kıymet, şeref, yücelik
kâinat : yaratılmış varlıklar, evren
kâmet : boy, endam
kemâl-i san’at : san’attaki mükemmellik, kusursuzluk
kubh : çirkinlik
kudret : güç, iktidar
mahall-i tevarüd : geliş mahalli, ortaya çıkış yeri; bir olayın meydana geldiği yer
mahiyet : asıl nitelik, iç yüz, birşeyin esası
makdûrat : Allah’ın kudretiyle var ettiği işler, kudretin tecellî ettiği şeyler, hayat ve rızık gibi…
melekûtiyet : birşeyin görünmeyen iç yüzü, aslı, hakikati; varlıklara hükmeden İlâhî fiil, isim, sıfat ve şuûnâta bakan yön
merâtip : mertebeler, dereceler, katmanlar
muhtelif : farklı
mübaşir : yüz yüze ve yan yana, bir arada
mülk ciheti : birşeyin görünen yönü, dış yüzü
mülk : birşeyin görünen yönü, dış yüzü
mümkünat : varlığı ile yokluğu eşit ve imkân dahilinde olup, varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olanlar; yaratılan bütün varlıklar
müsâvî : eşit, denk
neş’et etme : doğma, ortaya çıkma
nisbet : oran, ölçü
sa’b-sehl : zor-kolay
sabıkan : bundan önce
sığar-kiber : küçüklük-büyüklük
şeffafe : şeffat, berrak, açık, saydam
şuur-u küllî : bilgi ve kavrayışı kapsamlı olan
tabiî lüzum-u zâtî : birşeyin bizzat kendisinde zorunlu olarak doğal bir şekilde bulunan ve ondan ayrılması düşünülemeyen şey; meselâ “Ateşin tabiî lüzum-u zâtîsi sıcaklıktır.” denilebilir. Ancak gerçek lüzum-u zâtî Cenâb-ı Hakkın sıfatlarında vardır.
tagayyürat : başkalaşmalar, değişmeler
tahallül : araya girme, içine sızma, müdahale etme
tedahül : müdahale, içine girme, nüfuz etme
tesir : etki
teşahhusat : varlıkların belirdiği, meydana çıktığı yerler, bedenler, cisimler
tevellüd : doğma, meydana çıkma
umur : işler
umur-u hasise : alçak ve değersiz işler
va’z edilmek : konulmak
vahdet : birlik; Cenâb-ı Hakkın birliği
vasıta : sebep, vesile, araç
vesait : araçlar, vasıtalar
zahiren : görünürde
zerrat : zerreler, maddenin en küçük parçaları
Yükleniyor...