ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Bütün ukalâ, turuk-u tabirde ihtilâflarıyla beraber melâikenin mânâ ve hakikatinin vücuduna icmâ-ı mânevî ile ittifak etmişlerdir. Hattâ meşşâiyyun, melâikeyi “envâın mahiyât-ı mücerrede-yi ruhaniyeleri” ile tâbir etmişlerdir. İşrâkiyyun: “ukûl-u aşere, erbâbu’l-enva” diye tevsim etmişler. Ehl i edyan “melekü’l-cibal, melekü’l-bihar, melekü’l-emtarnamlarıyla tesmiye etmişler. Hattâ akılları gözlerinde olan maddiyyun ve tabiiyyun dahi mânâ-yı melâikeyi inkâra mecâl bulamamışlar. Belki nevâmis-i fıtratta “kuvâ-yı sâriye” diye bir cihette tasdike muztar olmuşlar.

Evet madem ki, hayat mevcudatın keşşafıdır. Belki neticesi, zübdesidir. Nasıl şu feza-yı vâsia sakinînden ve şu semâvât-ı lâtife mutevattinînden hâli olabilir?

S: Acaba şu hilkatte cârî olan nevâmis ve kavânin, kâinatın irtibat ve hayeviyetine kâfi değil midir?

C: Bu nevâmis-i câriye ve şu kavânin-i sâriye umur-u itibâriyedir, vehmiyedirler. Ki hem mümessilâtı, hem meâkisi, hem dizginlerini tutan melâikeler olmazsa, onlara bir vücud taayyün etmez. Bir hüviyet teşahhus edemez. Bir hakikat-i hâriciye olmaz. Hem de ehl-i hikmetle ehl-i din ve akıl ile nakil ittifak etmişler ki; teşekkül-ü ervâha nâmuvafık, câmid, zâhir olan “âlem-i şehâdet”e mevcudat münhasır değildir. Ve vücud ona inhisar etmemiştir. Belki daha çok tabakât-ı vücud var. Deniz balığa münasebeti gibi, ervâha muvafık ve o ervâhla dolu bir âlemü’l-gayb ve avâlimü’l-ervâh dahi bulunur. Madem ki bütün bu umur, mânây-ı melâikenin vücuduna şehâdet eder. Onların vücudunun en ahsen sûreti ve ukûl-u selime kabul edecek ve istihsan edecek keyfiyeti odur ki, şeriat şerh etmiştir. Der: “Melâike, ibâd-ı mükerremdir. Emre muhalefet etmezler, ecsâm-ı lâtife-i nûrâniyedirler. Envâ-ı muhtelifeye münkasımdırlar. Melâike bir ümmettir ki, sıfat-ı iradeden gelen şeriat-ı tekvîniyenin hamelesi ve mümessili ve mümtesilidirler. Müessir-i hakikî olan Kudret-i Fâtıranın ve İrade-i Ezeliyenin emrine tâbi bir nevi ibadullahtır.”
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

akıl ile nakil : fen ve felsefe gibi akla dayanan ilimler ile Kur’ân ve hadis gibi nakle dayanan ilimler
âlem-i şehâdet : görünen âlem, dünya
câmid : cansız
cârî : akıp giden, sürüp giden, yürürlükte olan
cihet : şekil, taraf
ehl-i akıl : akıl sahipleri
ehl-i din : din sahipleri; din âlimleri
ehl-i edyan : din sahipleri, dine inananlar
ehl-i hikmet : bilginler, filozoflar
envâ : türler, çeşitler
erbabu’l-enva : türlerinin idarecileri, terbiye edicileri
feza-yı vâsia : geniş gökyüzü, uzay
hakikat : gerçek mahiyet, asıl ve esas
hakikat-i hâriciye : birşeyin zihin dışındaki gerçekliği, dış gerçeklik
hâli : boş, ıssız
hayeviye : canlılık, canlı olma durumu
hilkat : yaratılış
hüviyet : birşeyi diğer fertlerden ayıran kendine has gerçekliği
icmâ-ı mânevî : mânevî olarak görüş birliğine varma; uzmanların aynı konuyu faklı tarzlarda belirtmeleriyle veya susmak sûretiyle onu tasdik etmeleriyle görüş birliğine varmaları
ihtilâf : ayrılık, uyuşmazlık
inkâr : reddetme
irtibat : bağ, ilişki
İşrâkiyyun :
ittifak etmek : birleşmek, görüş birliğine varmak
kâfi : yeterli
kâinat : yaratılmış herşey, evren
kavânin : kanunlar
kavânin-i sâriye : varlıklara geçen ve onlarda işleyen kanunlar
keşşaf : keşfedici, ortaya ve açığa çıkarıcı
kuva-yı sâriye : kâinattaki herşeye sirayet edip giren mânevî güçler, kuvvetler
maddiyyun : materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlar
mahiyât-ı mücerrede-yi ruhaniye : ruhânî soyut mâhiyetler, özellikler
mânâ-yı melâike : “melekler” mânâsı, “melek” kavramı
meâkis : makesler, aynalar
mecâl : güç, kuvvet, takat
melâike : melekler
melekü’l-bihar : denizler ile ilgili görev yapan melek
melekü’l-cibal : dağlar ile ilgili görev yapan melek
melekü’l-emtar : yağmur ile ilgili görev yapan melek
Meşşaiyyûn :
mevcudat : var edilenler, varlıklar
mevcudat : varlıklar
mutevattinîn : vatandaşlar; bir yeri vatan edinenler ve orada yerleşik olanlar
muztar : mecbur, çaresiz
mümessilât : temsilciler
nam : ad, isim, unvan
nâmuvafık : uygun olmayan, uygun düşmeyen
nevâmis : anayasalar
nevâmis-i câriye : akıp giden, süregelen, yürürlükte olan kanunlar
nevâmis-i fıtrat : yaratılış kanunları, yasaları
nükte : ince ve derin mânâlı söz
sakinîn : oturanlar, ikâmet edenler, yerleşik olanlar
semâvât-ı lâtife : lâtif, şeffaf gökler
tabiiyyun : tabiatçılar, herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenler
tâbir : işaretleme, adlandırma
tasdik : doğrulama, onaylama
tesmiye etme : isimlendirme
teşahhus etme : ayırt edilebilen bir vasıf ve kimlikle ortaya çıkma
teşekkül-ü ervâh : ruhların meydana gelmesi
tevsim etme : işaretleme, adlandırma
turuk-u tabir : ifade tarzları, yorum şekilleri
ukalâ : akıllılar; akıl sahipleri
ukûl-u aşere : on akıl
ukûl-u selime : doğru ve sağlıklı düşünen akıllar
umur-u itibâriye : itibârî işler; öyle sayılan işler
vehmiye : varsayılan, olmadığı hâlde var tasavvur edilen
vücud taayyün etme : varlık verilme, varlık olarak belirme
vücud : varlık
zâhir : görünen, varlığın dış yönü
zübde : birşeyin özü
Yükleniyor...