Yedinci ders

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَ اْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ - مَۤا اُرِيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَۤا اُرِيدُ اَنْ يُطْعِمُونِ - اِنَّ اللهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ
1

Ey Said-i gâfil! Nedendir ki vazifeni terkedip, Hâlıkının vazifesiyle fuzuli iştigal ediyorsun? Zalûm ve cehûl vasfına liyâkat kesb ediyorsun ki, daire-i iktidarında olan hafif ubudiyet vazifesini terk ediyorsun. Hâlbuki, zayıf beline, tahammülsüz başına, takatsiz kalbine, Hâlık ve Rezzakına mahsus vazife-i rububiyeti yükletiyorsun. Saadet ve istirahat istersen, vazifene sahip ol, Hâlıkın vazifesini Ona tefviz et. Yoksa sen, şakî bir âsi, fuzulî bir hâin olursun. Bilir misin, neye benzersin? Misâlin bir nefer asker gibidir ki, o nefer, iki vazife karşısındadır.

Biri: Vazife-i asliyedir ki, o da tâlim ve cihaddır. Sultan ise, şu vazifede ona muavenet eder, levazımatını ihzar eder.

İkinci vazife: Sultana mahsus vazifedir ki, o neferin erzakını ve tayınatını, libasını ve silâhını, atını ve devasını vermektir. Lâkin, bazan neferi, şu vazife-i şâhânede istihdam eder ki, o hizmeti de devlet hesabına yapar. Şu sırdandır ki, taamı pişiren veya karavanayı yıkayan nefere denilse, “Arkadaş, ne yapıyorsun?” O nefer der: “Hükûmet ve devletin angaryasını çekiyorum.” Demiyor, “Rızkım için çalışıyorum.” Zira bilir ki, o vazife-i asliyesi değil; belki rızkı devlete aittir. Hatta hasta olsa, ağzına lokmayı koymaya kadar devlete aittir.

İşte şöyle bir nefer, rızkını tedarik niyetiyle ticaretle iştigal etse, cahil bir şakî olur. Tezyif olunur, tedip edilir. Tâlim ve cihadı terk ettiği için hain ve âsi olur. Tânif ve darb edilir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Cinleri ve insanları ancak Bana iman ve ibadet etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık istemiyorum; Beni doyurmalarını da istemiyorum. Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır.” Zâriyat Sûresi, 51:56-58.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

angarya : karşılıksız görülen iş
âsi : isyan eden, başkaldıran
cehûl : çok cahil
cihad : mücadele, gayret, çaba; kutsal değerler uğrunda düşmanla savaşma
daire-i iktidar : iktidar dairesi; etki alanı
deva : ilâç
âsi : isyan eden, başkaldıran
cehil : cahillik, bilgisizlik
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cihad : mücadele, gayret, çaba; kutsal değerler uğrunda düşmanla savaşma
dakk-ı bab etmek : kapıyı vurmak, kapıyı çalmak
darb edilmek : dövülmek
emval : mallar
erzak : rızıklar, yenilecek ve içilecek şeyler
Ganî : sınırsız zenginlik sahibi olan Allah
hâcat : ihtiyaçlar
Hâlık : Yaratıcı; herşeyi yaratan Allah
hazâin-i rahmet : Allah’ın rahmet hazineleri
ibadat : ibadetler
idame : devam ettirme
ihsan etmek : ikram etmek, bağışlamak
ihtiyarsız : iradesiz
iktidar : güç, kudret
istidat : yetenek
istihdam etmek : çalıştırmak
istimal etmek : kullanmak
iştigal etmek : meşgul olmak, uğraşmak
itham etmek : suçlamak
kader : Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması
kal : söz, sözlü ifade
kavl : söz
kudret : Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
levazımat : gerekli olan şeyler, ihtiyaçlar
lisân : dil
matbah : mutfak
matbaha-i Rabbaniye : her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın mutfağı
misâl : örnek
muhafaza : koruma
muin : yardımcı
muvaffık : muvaffak eden, başarı ihsan eden
mücahede : cihad etme, mücadele
nefer : asker, er
nefis : bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
nimet : iyilik, lütuf, ihsan
Rezzâk : bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah
Rezzâk-ı Hakikî : gerçek rızık verici olan Allah
rızık : Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler
Said-i şakî : “isyan eden günahkâr Said!” anlamında tevazu ifadesi
salât : namaz, dua
sual : isteme
sûret : biçim, şekil
sülûk etmek : gitmek
şakî : haydut, yol kesici
talim : eğitim-öğretim
talimat : eğitim-öğretim, bildiriler, emirler
tânif : şiddet ve katı muamele uygulama
tayınat : erzak, yiyecekler
tayin etmek : belirlemek
tedarik : elde etme
tedip edilmek : cezalandırılmak
terk-i kebair : büyük günahları terketme
tezyif olunma : küçük düşürülme
tufuliyet : tıfıllık, çocukluk
ubudiyet : kulluk, ibadet
vasıl etmek : ulaştırmak
vazife-i asliye : asıl görev, temel vazife
vazife-i fıtrat : yaratılış görevi
zîhayat : canlı, hayat sahibi
zira : çünkü
erzak : rızıklar, yenilecek ve içilecek şeyler
fuzuli : boş, boşuna, lüzumsuz
Hâlık : herşeyi yaratan Allah
hükûmet : idare, yönetim
ihzar edici : hazırlayıcı
istihdam etmek : çalıştırmak
iştigal etmek : uğraşmak, meşgul olmak
karavana : kışla, okul, hastane gibi kurumlarda dağıtılacak yemeğin konulduğu kap
kesb etmek : kazanmak
lâkin : ama, fakat
levazımat : gerekli olan şeyler, ihtiyaçlar
libas : elbise
liyakat : ehliyet, lâyık bir hâl
muavenet : yardım
nefer : asker, er
Ona tefviz etmek : Ona havale etmek, Ona bırakmak
Rezzâk : bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah
saadet : mutluluk
Said-i gâfil : “gâfil Said!” anlamında bir tevazu ifadesi
şakî : haydut, yol kesici
taam : yemek
takatsiz : güçsüz, kuvvetsiz
talim : eğitim-öğretim
tayınat : erzak, yiyecekler
ubudiyet : kulluk
vasıf : sıfat, özellik
vazife-i asliye : asıl görev, temel vazife
vazife-i rububiyet : Rablık işi; her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri verme ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurma işi
vazife-i şâhâne : özel görev
zalûm : çok zâlim
Yükleniyor...