Temsil, hakikati fehme takrip eder. Meselâ: Bir zât, bir hâdimine on altın verdi. Ta mahsus güzel bir kumaştan kendine bir kat libas satın alsın. O hâdim gitti, o kumaşın en âlâsından mükemmel bir libas aldı. Sonra o zât, diğer bir hâdimine bin altın verdi. Bir kâğıt içinde bazı şeyler yazdı, cebine koydu, bir ticarete gönderdi. Her aklı başında olan bilir ki, o sermaye, bir kat libas almak için değil... Zira evvelki hâdim, on altınla en âlâ kumaştan bir kat libas almış. Bu bin altın bir kat libasa sarf edilmez. Şayet bu hâdim, kâğıdı okumayıp, evvelki hâdime bakarak bütün parayı bir kat libasa verse, hem o kumaşın en çürüğünden, hem evvelkinin daha ednâsından alsa, elbette böyle yapan ahmak hâdim şiddetle tâzip ve hiddetle tedip edilecektir.

Ey Said! Aklını başına topla. Sermaye-i ömrünü ve hayat-ı istidadını, hayvan gibi, belki hayvandan daha aşağı şu hayat-ı fâniye-i maddiyeye sarf ve hasretme. Yoksa, en âlâ hayvandan yüz derece yüksek olduğun halde, en ednâ hayvandan yüz derece aşağı düşersin.

YEDİNCİ MUKADDEME: İnsan, bir nazik, nazenin çocuğa benzer. Zaafında büyük bir kuvvet, aczinde büyük bir kudret vardır. Eğer zaafını anlayıp dua etse, aczını bilip istimdat etse, metalibine öyle muvaffak olur ve makasıdı ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle, öşr-ı mi’şarına muvaffak olamaz. Nasıl ki, nazdar bir çocuğun ağlamasıyla matlubuna öyle muvaffak olur ve öyle kavîler ona musahhar olurlar ki, bin defa kendi kuvvetçiğiyle onlara yetişemez. Demek ki, saltanat-ı insaniyet, celb ve gasp etmekle ve galip olmakla değildir. Belki insana bu derece musahhariyetin sebebi, şefkat ve rahmet ve hikmet-i Hâlıktır ki, eşyayı insana musahhar etmiş. Bir gözsüz akrep ve bir ayaksız yılan gibi haşarata mağlûp olan insana, bir kurttan ipeği giydiren ve bir böcekten balı yediren, zaafının semeresi olan teshir-i Rabbânîdir. Yoksa netice-i iktidarı değildir.

Ey Said! Madem ki iş böyledir; gurur ve enaniyeti bırak. Dergâh-ı ulûhiyetinde, acz ve zaafını, fakr ve fâkatını istimdat ve lisân-ı tazarru ve ubudiyetle ve duayla ilân et. Ve de: 1 حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir (koruyucu sahiptir).” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acz : âcizlik, güçsüzlük
ahmak : akılsız
âlâ : en üstün
celb ve gasp etmek : çekip zorla elde etmek
ednâ : basit, küçük, aşağı
eşya : şeyler, varlıklar
âbid : ibadet eden
acz : âcizlik, güçsüzlük
cevher : pırlanta, mücevher; pek değerli olan tecellî
çendan : gerçi, her ne kadar
dellâllık etmek : ilân etmek, başkalarına duyurmak
dergâh-ı ulûhiyet : İlâhlığın yüce katı
enâniyet : kendini beğenme, benlik
esmâ-i kudsiye-i İlâhiye : Allah’ın her türlü kusur ve eksiklikten yüce olan kutsal isimleri
esmâ-i Rabbaniye : herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın isimleri
evvelen : ilk olarak
fâkat : ihtiyaç ve yoksulluk
fakr : fakirlik, muhtaçlık
Fâtır : harika san’atıyla yoktan yaratan Allah
fıtrat : yaratılış
hâmisen : beşinci olarak
istidâdât : yetenekler
istimdat : medet isteme, yardım dileme
iştiyak göstermek : şiddetli arzu etmek, istemek
kâinat : evren, yaratılan herşey
kâinat-ı muhteşeme : Allah’ın sonsuz haşmet ve yüceliğini gösteren muhteşem kâinat
kalem-i kudret : Allah’ın kudret kalemi
kitab-ı âlem : âlem kitabı, kâinat kitabı
künûz-u mahfiye : gizli hazineler
letâif : güzellikler, hoşluklar, incelikler
lisân-ı nâtık : konuşan dil
lisân-ı tazarru : yalvarma ve yakarış dili
mahlûkat : yaratıklar, yaratılanlar
marifet : Allah’ı tanıma ve bilme
mehasin-i kemâlât : olgunluk ve mükemmelliklerin güzellikleri
mektubat : mektuplar; her biri bir mektup ve kitap gibi mânâ ve mesaj yüklü olan varlıklar
mertebe : derece, makam
mevcudat : varlıklar, var edilenler
mizan-ı idrak : idrak terazisi, kavrayış terazisi
mukaddeme : başlangıç, giriş bölümü
müsebbih : tesbih eden, Allah’ı şânına lâyık ifadelerle anan
mütâlaa : dikkatlice okuyup düşünme
mütalâacı : etraflıca inceleyip düşünen
müzeyyenat : süslemeler
nâzır : bakan, gözeten
nefis : bir kimsenin kendisi
nezaret etmek : gözetmek, bakmak
nukuş-u bedayikârâne : eşsiz ve benzersiz şekildeki harika nakışlar
râbian : dördüncü olarak
rüyet : görme, görünüm
sâlisen : üçüncü olarak
saltanat-ı rububiyet : rububiyetin saltanatı, otoritesi; Allah’ın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
sâniyen : ikinci olarak
sûret : biçim, görünüş
tasdik : kabul etme, doğrulama
tefekkür etmek : Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünmek
temaşa : bakmak, seyretmek
tevdi edilmek : bırakılmak, emanet edilmek
ubudiyet : kulluk, ibadet
vezaif : vazifeler, görevler
zaaf : zayıflık
fehim : anlama ve kavrama
gàlip olmak : yenmek, üstün gelmek
hâdim : hizmetçi
hakikat : gerçek
hasretmek : sadece birşeyle sınırlamak, sadece birşeye vermek
haşarat : zararlı hayvanlar
hayat-ı bâkiye : devamlı ve kalıcı âhiret hayatı
hayat-ı fâniye-i maddiye : maddî olan geçici hayat, dünya hayatı
hayat-ı istidad : yeteneklerin hayatı
hiddet : kızgınlık, öfke
hikmet-i Hâlık : yaratıcının hikmeti
iktidar-ı zâtî : kendi güç ve kudreti
istimdat etmek : medet isteme, yardım dilemek
kavî : güçlü, kuvvetli
kudret : güç, kuvvet ve iktidar
libas : elbise
mağlûp olmak : yenilmek
mahsus : has, özel
makàsıd : maksatlar, gayeler
matlub : istek, arzu
metâlib : istekler, arzular
mukaddeme : başlangıç, giriş
musahhar etme : boyun eğdirme, emrine verme
musahhar olma : emre hazır, emre boyun eğme
musahhariyet : emre verilmişlik, emre boyun eğilmişlik
muvaffak olmak : erişmek
nazdar : nazlı
nazenin : ince, duyarlı, nazlı
netice-i iktidar : güç ve kudretin sonucu
öşr-ı mi’şar : yüzde bir
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan
saltanat-ı insaniyet : insanlık saltanatı; otorite ve egemenliği
sarf etmek : harcamak
semere : meyve
sermaye : servet, ana para
sermaye-i ömür : ömür sermayesi
takrip : yakınlaştırma, yaklaştırma
tazip : cezalandırma
tedip etmek : cezalandırmak
temsil : analoji, kıyaslama tarzında benzetme
teshir-i Rabbânî : yaratılış gayelerine ulaşmaları için bütün mahlûkatın ihtiyaçlarını karşılayan ve onları egemenliği altında yöneten, idare eden Allah’ın emre boyun eğdirmesi, emre hazır hâle getirmesi
zaaf : zayıflık
zira : çünkü
Yükleniyor...