Onuncu ders
اِنَّ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فِى شُغُلٍ فَاكِهُونَ - هُمْ وَاَزْوَاجُهُمْ فِى ظِلاَلٍ عَلَى اْلاَرَاۤئِكِ مُتَّكِؤُنَ - لَهُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَايَدَّعُونَ - سَلاَمٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ - وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ - اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَابَنِۤى اٰدَمَ اَنْ لاَ تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ - وَ اَنِ اعْبُدُونِى هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ 1
اِنَّ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فِى شُغُلٍ فَاكِهُونَ - هُمْ وَاَزْوَاجُهُمْ فِى ظِلاَلٍ عَلَى اْلاَرَاۤئِكِ مُتَّكِؤُنَ - لَهُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَايَدَّعُونَ - سَلاَمٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ - وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ - اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَابَنِۤى اٰدَمَ اَنْ لاَ تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ - وَ اَنِ اعْبُدُونِى هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ 1
Şu âyetin hazinesinden bir cevherine temsil ile bir işarettir.
Ey nefsini unutmuş, vazife-i hayatını anlamamış ve hilkat-i insanın hikmetinden gaflet etmiş ve şu masnuat-ı müzeyyenede Sâni-i Hakîmin tevdi ettiği ve şu kitab-ı kebirde nakşettiği âyâtına cahil kalmış Said-i bîçare! Şu temsili güzel dinle. Bu âlemin halk ve binası ve insanı içine ithal etmesi, bunun misâli şuna benzer ki:
Bir zaman bir sultan varmış. Onun çok hazineleri varmış. O hazinelerde her çeşit cevahir bulunurmuş. Hem o sultanın gizli mühim kenzleri varmış. Hem sanayi-i garibede mehareti, hem hesapsız fünun-u acîbeye mârifeti ve ihatası, hem nihayetsiz ulûm-u bediaya ilim ve ıttılaı varmış.
Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görüp göstermek istemesi sırrınca, o sultan dahi istedi ki, bir meşher açsın. Enzâr-ı nâsta saltanatının haşmetini, servetinin şâşaasını, san’atının harikalarını, mârifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Ta kendi cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vecihle müşahede etsin: Biri, bizzat nazar-ı dekaik-âşinâsıyla baksın. Diğeri, başkaların nazarlarıyla baksın.
İşte, bu hikmete binaen, gayet cesîm ve gayet geniş bir kasrı yapmaya başladı. O kasrı öyle şâhâne bir sûrette dairelere ve menzillere taksim etti. Ve o menzilleri hazinelerinin envâ-ı murassaatıyla tezyin etti. Ve san’atının en lâtif, en güzel eserleriyle süslendirdi. Ve fünun-u hikmetinin en dakikleriyle tanzim ve ulûmunun âsâr-ı mu’cizekârâneleriyle tersim ve tekmil etti. Sonra, her taam ve nimetlerin bütün envâından en lezizlerini câmi sofralar kurdu. Herkese lâyık bir sofra tayin etti. Gayet sahavetkârâne ve san’atperverane bir sûrette, her bir lokma, yüz sanayi-i lâtifenin eseriyle vücut bulmuş gibi musannâ bir ziyafet-i âmme ihzar ettirip, aktar-ı memleketindeki raiyetini seyre, tenezzühe, ziyafete davet etti.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:
1 : “O gün Cennet ehli büyük bir zevk ve safâ içindedir. Kendileri ve eşleri gölgeliklerdeki koltuklara kurulurlar. Orada onlar için meyveler ve diledikleri herşey bulunur. Rahmet sahibi Rablerinden onlara selâm vardır. Sizler, ayrılın, ey mücrimler! Ben size emretmedim mi, ey Âdemoğulları, ‘Şeytana kulluk etmeyin, o sizin ap açık düşmanınızdır. Bana kulluk edin; doğru yol işte budur’ diye.” Yâsin Sûresi, 36:55-61.