İkinci güruh ise: Kasra girdikleri vakit, nefislerine mağlûp oldukları için, et’ime-i lezizeden başka birşeye iltifat etmediler. Mehasinden gözlerini kapadılar. İrşadat ve ikazattan kulaklarını tıkadılar. Uykuya daldılar. Bazı şeyler için ihzar edilmiş olan ve içilmeyen iksirlerden içtiler. Sarhoş olup öyle bağırdılar ki, seyirci misafirleri bütün tâciz ettiler. Sahib-i kasrın askerleri de onları tutup, öyle edepsizlere lâyık olan hapislere attılar.

Ey Said! Biliyorsun ki, o melik, bu kasrı, şu mezkûr maksatlar için bina etmiştir. Şu makasıdın husûlü ise, iki şeye mütevakkıftır.

Biri: Şu gördüğümüz üstadın vücududur. Çünkü o üstad olmazsa, maksat beyhude olur.

İkincisi: İnsanların onun sözlerini kabul edip dinlemesidir.

Demek vücud-u üstad, vücud-u kasrın dâisi, istimâ-ı nas, kasrın bekàsının sebebidir. Öyleyse, denilebilir ki: “Eğer şu üstad olmasaydı, melik, şu kasrı bina etmezdi. Hem o üstad-ı mübelliğin talimatını raiyet dinlemediği vakit, o kasır tahrip ve tebdil edilir.”

Ey Said-i gâfil! Eğer şu temsilin sırrını anladınsa, bak, hakikatin yüzünü de gör. O kasır, şu âlemdir ki, sakfı, mütebessim misbahlarla tenvir edilmiş semâ yüzüdür. Zemini, gûna-gûn çiçeklerle tezyin edilmiş zemin yüzüdür. O melik ise, ezel ve ebed Sultanı olan öyle bir Zât-ı Mukaddestir ki, yedi kat semâvât ve arz ve onlarda olan herşey elsine-i mahsusalarıyla Onu takdis ve tesbih ediyorlar.

Hem o melik, öyle bir Meliktir ki, semâvât ve arzı altı günde halk ederek, arş-ı rububiyetinde kâim gece ve gündüzü birbirinin arkasında döndürür. Şems ve kamer ve nücum emrine musahhar, zîhaşmet ve zîkudret bir Zâttır.

O kasrın menazili ise, şu on sekiz bin âlemdir ki, her biri kendine lâyık bir tarz ile tezyin ve tanzim edilmiş. Kasırda gördüğün sanayi-i garibe ise, şu âlemdeki kudretin mu’cizeleridir. Orada gördüğün et’ime ise, rahmetinin semerat harikalarına işarettir. Oradaki tandır ve mutfak ise, burada, arz ve sath-ı arzdır. Orada gördüğün künûz-u mahfiye cevherleri ise, burada, esmâ-i kudsiyeye ve cilvelerine misâldir. Oradaki nukuş ve o nukuşun rumuzları ise, burada, manzume ve mevzune olan masnuatın, Nakkaşlarının esmâsına delâletlerine misâldir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abd : kul
aleyhi ve aleyhim efdalu’s-salevâti ve’s-selâm : en güzel salât ve selâmlar Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) ve diğer peygamberlerin üzerine olsun
aleyhimüsselâm : Allah’ın selâmı onların üzerine olsun
arz : yer
avene : yardımcılar
âyât : âyetler, deliller
cevher : değerli taş, inci, pırlanta
Cevşenü’l-Kebîr : Peygamber Efendimize (a.s.m.) Cebrâil’in (a.s.) getirdiği ve savaşta “Zırhı çıkar, bu duâyı oku” dediği meşhur duâ
cilve : görüntü, yansıma
dâllîn : hak ve doğru yoldan sapmış kimseler
delâlet : delil olma, işaret etme
ebrar : iyi insanlar
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
ehl-i küfür ve tuğyan : inkârcılar, inanmayanlar ve azgınlıkta, taşkınlıkta çok ileri gidenler
emsal : benzerler
enbiyalar : nebiler, peygamberler
esmâ : isimler
esmâ-i kudsiye : Cenâb-ı Allah’ın her türlü kusur ve noksandan uzak kutsal isimleri
et’ime : yiyecekler
evliya : Allah dostları, velîler
fırka : topluluk, grup
güruh : grup, topluluk
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
hazarat : hazretler, efendiler
hizmetkâr : hizmetçi
kâfile : topluluk, grup
kasır : saray
kitab-ı kâinat : kâinat kitabı; bir kitap gibi yazılmış bütün kâinat
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
künûz-u mahfiye : gizli hazineler
mağdub : Allah’ın hiddet ve gazabına uğramış kimseler
manzume : düzenli, tertipli, sistemli
masnuat : san’at eseri varlıklar
melâike : melekler
melik : hükümdar, sultan
mevzune : ölçülü ve dengeli
misâl : örnek, benzetme
mu’cize : benzerini yapma konusunda başkalarının âciz kaldığı olağanüstü şey
muallim : öğretmen, öğretici
müfessir-i âlişan : şan ve şeref sahibi açıklayıcı
Nakkaş : herşeyi san’atlı bir şekilde nakış nakış işleyen Allah
nefis : insanı daima kötülüğe, haram olan zevk ve isteklere sevk eden duygu
nukuş : nakışlar, işlemeler
Rab : her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
radıyallahü anhüm : “Allah onlardan razı olsun”
rahmet : ihsan, bağış
rumuz : remizler; ince nükte ve mânâları içeren işaretler
sair : diğer, başka
sath-ı arz : yeryüzü
semerat : meyveler, neticeler
süedâ : mutlular
tâbi : uyan, bağlanan
tandır : ufak fırın, ekmek pişirilen yer
tavsif (etme) : vasıflandırma, özelliklerini anlatma
tilmiz : talebe, öğrenci
ubudiyet : kulluk; Allah’a kulluk etmek
üstad : âlim hoca, öğretmen
zülcenaheyn : iki kanatlı (Burada Peygamber Efendimizin (a.s.m.) hem halktan Cenâb-ı Hakka hem de Cenâb-ı Haktan halka olan iki yönlü elçiliği kastediliyor.)
âlem : dünya, evren, kâinat
arş-ı rububiyet : Allah’ın büyüklüğünün, hüküm ve egemenliğinin tecelli ettiği yer
arz : yer
bekà : devam etme, kalıcı olma
beyhude : boşu boşuna, gayesiz
bina etmek : yapmak, inşa etmek
dâi : sebep
edepsiz : görgüsüz, terbiyesiz
elsine-i mahsusa : özel lisânlar; kendilerine ait özel diller
ezel ve ebed Sultanı : başlangıç ve sonu olmaksızın, egemenliği, saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah
gûna-gûn : türlü türlü, renk renk
hakikat : gerçek, iç yüz
halk etmek : yaratmak
husûl : meydana gelme
ihzar edilmek : hazırlanmak
iksir : güçlü ilâç
istimâ-ı nas : insanların dinlemesi, kulak vermesi
kâim : ayakta duran, var olan
kamer : ay
kasır : saray, köşk
kudret : Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
makàsıd : maksatlar, gayeler
melik : hükümdar, sultan
menazil : menziller; yerler, mekânlar
mezkûr : adı geçen
misbah : lamba, kandil
musahhar : (emrine) verilmiş, boyun eğdirilmiş
mütebessim : tebessüm eden, gülümseyen
mütevakkıf : bağlı
nücum : yıldızlar
raiyet : teba, hükümdarın yönetimi altında olan halk
sahib-i kasr : sarayın sahibi
Said-i gâfil : “gafil Said!” anlamında bir tevazu ifadesi
sakf : çatı, tavan
sanayi-i garibe : benzersiz ve hayranlık verici san’atlar
semâ : gök
semâvât : gökler
şems : güneş
tâciz etmek : rahatsız etmek
tahrip : yıkıp bozma, yok etme
takdis etmek : Allah’ın her türlü eksiklikten pak ve yüce olduğunu dile getirmek
tanzim edilmek : düzenlenmek
tebdil : değiştirme
temsil : analoji, kıyaslama tarzında benzetme
tenvir edilmek : ışıklandırılmak, aydınlatılmak
tesbih etmek : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmak
tezyin edilmek : süslenmek
üstad : âlim hoca, öğretmen
üstad-ı mübelliğ : tebliğ edici, irşad edip tanıtıcı ve bildirici üstad
vücud-u kasr : köşkün, sarayın varlığı
vücud-u üstad : âlim öğretmenin varlığı
vücudu : varlığı, var oluşu
Zât-ı Mukaddes : her türlü noksanlık ve çirkinlikten yüce olan Zât, Allah
zemin : yeryüzü
zîhaşmet : haşmetli, görkemli, heybetli
zîkudret : kudretli, sonsuz güç ve iktidar sahibi
Yükleniyor...